Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
+6
qizolum.
nessie!!
●~яσѕє яυѕѕєℓℓ~●
Bella_Ceren
Mikli4
rens-peri
10 posters
3 sayfadaki 3 sayfası
3 sayfadaki 3 sayfası • 1, 2, 3
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Morgan Mystery
Nereden nereye hareket ettiği bilmeyen yüreğim acısını dindirmeye çalışırken, başka bir acıya göğüs germeye kalkışıyordu. Bu çok zor bir durumdu. Gözlerim açılmamak için kendini zorlarken en ücra yerlere hapsetmişti kendini. Göz kapaklarım umarsızca hareket ettiğinde kendimi zindanda buldum. Her taraf çok karanlıktı, gözlerim isyan edercesine açılıp kapanıyordu. Her şey gözümde canlandıktan sonra etrafı daha dikkatli incelemeye başladım.
Demir parmaklıklarla kaplı kocaman bir kapı, şekilsiz, pütürlü ve taşlı uzun bir koridoru anımsatan bir yol ve yuvarlak, demirle örülmüş bir cam. Süzgün süzgün bana ulaşan ışık tiksindiriciydi. Daha çok canımı yakıyordu.
Neler olduğunu hatırlamaya ve özümsemeye çalışmalıydım. Neler yaşamıştım? Beynim buna neden isyan edercesine tepki veriyordu? Ve en önemlisi bana ne olmuştu?
Başımı yasladığım yerden kaldırdım ve sert duvara yaslandım. Gözlerim kapalı daha iyi hissediyordum. Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Samantha... Evet, o neredeydi? Ne yapıyordu şimdi? En son neler olmuştu? Bir türlü aklımı toparlayamıyordum. Ne türlü bir lanet çukuruna batmıştım ben böyle?
Gözlerimi açmaya karar kıldığımda elimin yumruk halini aldığını gördüm. Neden bu şekilde duruyordu ki? Yumruk her zaman bir yere çakılmak içindi. Önümde duran koca taşa sertçe indirdim ve çığlığım boşlukta tutarsızca yankılandı. Diğer elimle yaptığım şeyi tutarken parmaklarım hissizleşmeye, gözüm kararmaya başladı. Ayağa kalkmayı denedim ama boşunaydı. Olmuyordu...
Elimin hissizleşmesi belki de daha iyiydi. Çünkü çakmak istediğim daha çok yer vardı, bu onu kısıtlardı.
"-Düşün lanet olası, düşün!" diye bağırdım kendi kendime. Zihnim aydınlanmaya başlıyordu. Evet evet, hatırlıyordum. Samantha'ya neler olduğunu, neler yaşadığımızı ve o pislik sesi! Her şey bu şekilde başlamamış mıydı zaten?
Samantha... Neredeydi şimdi? Düşüncelerimde geziniyordu, ama bedenen yaklaşamıyordum ona. Hissedemiyordum varlığını. Sanki içimden bir parça kopup gitmiş, yeri kapanmamak üzere öylece kalmıştı. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Burada boş boş oturmak derdime çare olabilecek miydi?
Yaslandığım yerden bedenimi kaldırmaya çalıştım tekrardan. Başardım da. Acıyan elimi serbest bıraktım ve o hissizliğiyle baş başa kaldı. Böylesi çok daha iyiydi. Demir parmaklıklara doğru yürümeye başladım. Tek elimle parmaklıklardan destek aldıktan sonra kurumuş olan sesimle:
"-Kimse yok mu?" diye bağırdım.
Ne yakından ne de uzaktan ufacık bir ses bile çıkmamıştı. Kısa bir süre sustum ve sonra tekrardan yine seslendim:
"-Heeey! Kimse yok mu?"
Çaresizce yere çömeldim. Bu sefer sırtımı dayayıp, destek aldığım yer demir parmaklıklardı. Ey Yüce Tanrım, neler geliyordu başıma böyle?
Havasız, nemli ve rutubetli bu ortamda daha ne kadar zaman kalacağımı bilmiyordum ama beklemek zorunda gibi gözüküyordum. Ne yapmam gerektiği konusunda ise ufacık bir fikrim yoktu. Susmak ya da konuşmak ya da delicesine haykırmak. Lanet olası hiçbir cevap alamıyordum. Ne tür bir çukura batmıştım böyle, anlam veremiyordum. Tek duyduğum nefes alışverişlerim ve mırıldandığım bir şarkıydı. Belki delirdiğimi düşünüp sesime ses verebilirlerdi değil mi?
"Ben senin yaptığın hataların aynısını yapmayacağım
Kendime izin vermeyeceğim
Çünkü kalbimin çok fazla ıstırap çekmesine sebep olur
Ben senin yaptığın yolu kırmayacağım
Bu yüzden sert hissedersin
Sert yolu öğrendim
Asla uzaklara gitmesine izin vermem
Senin yüzünden
Ben asla kaldırımdan uzakta başıboş dolanmam
Senin yüzünden
Ben güvenli tarafta oynamayı öğrendim, bu yüzden incinmem
Senin yüzünden
Sadece kendime değil etrafımdaki insanlara da güvenmeyi zor buluyorum
Senin yüzünden
Korkağım..."
Ve evet, haklı çıkmıştım. Sesler gelmeye başlıyordu.
Tekrardan kalkmayı denedim, kolum bu sefer ağrımaya ve morarmaya başlamıştı.
"-Heey o seste nereden geliyor!" dedi orta kalınlıkta bir erkek sesi.
"-Buradayım!" diye bağırdım.
Uzun merdivenlerden adamın ayak seslerini duyabiliyordum. Daha sonra da bedeni karanlıkta şekillenmeye başladı.
Beni görünce yüzünü astı.
"-Peh! Bende zindanda konser var zannetmiştim. Ne aptalca!"
"-Ne, nasıl yani? Burası neresi, neden buradayım?"
"-Buradasın, ötesi olamaz işte."
"-Neden buradayım diyorum. Bi bilgin var mı?"
"-Burda olmak zorundasın seni ukala herif, anlıyor musun? Burada olmak zo-run-da-sın!"
"-Neden burada olmak zorundayım? Söylesene!"
"-Buna yetkim yok Bay Ukala. Anlatabiliyor muyum?"
Seslice hırladım.
"-Defol o zaman."
"-Sende şarkı mırıldanmayı kes o zaman! Konser mi veriyorsun, ne halt yiyorsun anlasam."
"-Her şeyi anlamak zorunda değilsin sünepe. Defol!"
"-Buna pişman olursun."
"-Defol. Olursam olurum,ilgilendirir mi seni?"
"-İlgilendirecektir emin ol. Kimle konuştuğunu bilmiyorsun."
"-Bilmekte istemiyorum, şimdi uza burdan da şarkıma devam edeyim."
"-Hele öyle bir şey yap-"
"-Kapa o lanet olası çeneni."
Ve evet, şimdi o hırlamıştı. Nasıl bir yerdeydim, anlam verme gücüm tükemişti.
"-Peki o zaman, ne halin varsa gör."
"-Görebileceğim kadar görebiliyorum zaten."
"-Görmeye de devam ediceksin o zaman."
"-Yardım et bana."
Uzun bir sessizlik oldu.
"-Efendim? Anlamadım."
Tutmuş olduğum nefesimi bıraktım üflercesine.
"-Yani demek istediğim bana açıklama yapabilecek yetkili bir kişiyi getir. Burada ne haltlar döndüğünü anlamam lazım."
Sessizlik etrafa hakim olduktan sonra ne halt yediğini görmek için arkamı döndüm. Yoktu.
Telaşla nefes alıp vermeye başladım çünkü yine yalnız kalmıştım. Derin bir of çekerek Samantha'yı düşünmeye başladım. Neler olmuştu, peki o nerede nefes alıp veriyordu? En son yaşadıklarım aklıma geldikçe dilim peltekleşti, boğazım kupkuru kesildi. Canımın delicesine yandığını, kavrulduğunu hissettim. Ne kadar süredir burada durduğumu bilmiyorum ama en sonunda ayak seslerini duydum. Oturduğum yerden hızlıca dikeldim, parmaklıklara parmaklarımı yerleştirdim. Daha demin tartıştığım adam ve yanında uzun saçlı, uzun boylu bir adam. Yüzünde alaycı bir gülümseme, elleri birbirine bağlı bana doğru geliyordu. Neler olduğunu kavramaya çalıştım ama anlam veremedim. Kimdi bu adam, neyin nesiydi böyle?
"-Merhaba Morgan Mystery..."
"-Neden buradayım, siz kimsiniz, Samantha nerede?"
Sinir bozucu bir kahkaha attığında beynimde sinyaller çakmaya başladı. Evet, evet bu oydu. Ormandaki sese sahip adamdı. Başım dönmeye, boğazım kurumaya başladı.
"-Sen, sen..."
"-Ahh evet o benim. Ormanda konuşmuştuk öyle değil mi?"
"-Konuşmamıştık seni pislik herif. Sen benim kız arkadaşımın canına kıymaya teşebbüs etmiştin."
"-Kıydım bile." dedi ve bir adım geriye gitti.
Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ne, ne demişti bu yaratık?
Nasıl oldu bilmiyorum ama parmaklıkları yamultmuştum. Hislerim, duygularım, yaşadıklarım ve en önemlisi yanmaya yüz tutmuş acım alevlenmişti. Bedenimden bir şeyler kopup ayrılıyordu benden sanki. O iğrenç yaratığa döndüğümde yüz ifadesi beni şoka uğrattı. Acı çeker gibiydi.
"-Kıydım derken ne demek istedin?" dedim tükürürcesine. Boğazını sertçe temizledi.
"-Canını aldım."
Gözlerim kocaman, yüreğim amansızca titremeye, zonklamaya başlamıştı. Parmaklıkları sıkmış olan ellerim gevşedi ve iki yanıma düştü. Sıcaklık bedenimi sararken boncuk boncuk terlemeye başlamıştım. Bedenim hissizleştiğinde ruhsuz ve donukça yere oturdum. Bacaklarımı kendime doğru çektiğimde:
"-Neden?" diye haykırdım. Haykırışlarım soru işaretlerini de beraberinde getirmişti.
"-Böyle olmak zorundaydı Morgan Mystery, böyle."
"-Neden o? Ha! Neden? Nasıl kıydın ona, nasıl?"
"-Aşk kutsaldır, ama büyüsü bozulana kadar. Bu gerekiyordu ve oldu. İntikam kıvılcımlarını ateşe vermek zorunda."
"-Kes! Neden o diyorum neden?"
"-O, çünkü o seçildi."
Boğazım alevlenmişti. Gözlerimdeki damarlar kan boşaltıyor, beynim basınca hapsoluyordu.
"-Cesedi nerede peki?"
"-Polisler ormanda bulmuş, bugün gömülecekmiş." dedi sataştığım adam.
"-Meselem, benim meselem Morgan Mystery. Ölüm senin. Çekeceksin, çekmek zorundasın. Daha yolun çok çok başındasın. Acıyı hep hissedeceksin, ve benim emrime mahkumsun. Nefret senin damarlarınsa, benim de kanım. Bunu böyle bil ve bekle."
Efendi denilen o pislik, ortadan bir anda kayboldu. Sataştığım adam hala oradaydı. Lanet olsun, neler geliyordu başıma?
"-Efendimizin tek meselesi sen ve ailen. Yanınızdakiler de bunun yüzünden yanıyor. Üzgünüm, senin tek suçun Mystery soyundan gelmen. Yazık!"
"-Benim bu konu hakkında bildiğim hiçbir şey yok."
"-Öğreneceksindir, burada. Çeke çeke hemde."
"-Lanet olsun!" diye bağırdım ve bir anda aklımı toplamam gerektiğini hissettim.
"-Adını öğenebilir miyim?"
"-Rino, adım Rino Consers."
**
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Sonlar başlangıçlar içindir,her bir sona gebedir aslında fakat her bir son aslında geleceğin ta kendisidir.Kimse bilmez,kimse görmez olan biten herşey olmamış gibidir.Hiç kimse kendi düzenini bozacak şeyler için tehlikeye atılamaz.Hayattır bu.Yaşanır ve biter.Arkanda bıraktığın herşey seninle birlikte geçmişe gömülür....''
~Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh.~
Ölüm onların kapısını hiçbir zaman çalmadı.Hep davetsiz geldi.Tıpkı kim o demeden gelen bir misafir gibiydi.Bu bir savaştı.Geçmişte büyüklerin verdiği savaşı devam ettirmek isteyen savaşçıların savaşıydı.Gerçek olan hiçbir şey intikam kadar net gelmiyordu insana.Beklenmedik bir ölümdü onun ki...Herkesin Bayan Goldberg'in arkasından sarf ettikleri takdir ediciydi.Bilinmeyen bir çok şey vardı.Neden diye haykıran güçsüz bedenler,sorularını cevabını bulmayı bekliyorlardı.Bayan Goldberg bir daha asla geri dönmeyecekti,bir daha asla gülümsemeyecekti ve bir daha asla sahip olduğumu temiz kalbi atmayacaktı.Kimse toprakta kaybolan masum canların üzüntüsünde değildi aslında sıra kime geldiğinin merakındaydı.Bu bir efsaneydi,bu güne kadar yaşanmış efsanelerin son durağıydı.Kutsal Kadeh gecenin verdiği ihtişamla gururla parlamaktaydı o gece...İntikam duygusu gün geçtikçe yeşeriyordu onun içinde ve bir gün her şeye arkasını dönüp gidecekti,sevdiği kadını kurtarmaya...
Bayan Goldberg'in annesi mutsuzdu.Kızına neden bunu yaptıklarını merak ediyordu.Cenazede hiç durmayan gözyaşları herkesin nefret dolu kalplerini yumuşatmaya yetmedi.Bayan Goldberg gökyüzünden bir yerden izliyordu kendi cenazesini.Fakat gözleri aradığını bulamıyordu.Biricik aşkı...Biricik sevgilisi,Bay Mystery cenazeye katılmamıştı.Kaşlarını çattı,aklı almıyordu.Kalabalığa baktı uzun uzun bir umut,bir umut çarptı gözlerine nerede benim sevgilim diye.Tek isteği onu son bir kez görebilmekti aslında.Göz yaşları damla damla bembeyaz bulutların üzerine düşüverdi.O anda kalbi paramparça olmuş annesi gökyüzüne baktı.Kızım diye haykırdı bomboş gökyüzüne.Biliyordu,kızı orada onu izliyordu.Annesi uçsuz bucaksız gökyüzüne doğru bir kez daha haykırdı.Aniden kopan gök gürültüsü yerini yağmura bıraktı.Bunlar Bayan Goldberg'in gözyaşlarıydı.Çaresizliğinin...Korkunun ve en önemlisi de canını feda ettiği sevgilisini bir daha görememenin.
O sadece bir kızdan ibaret değildi.O herkesin sevdiği Samantha'ydı.Saçları kızıl ve kumral renginin verdiği ihtişamla parlayan,bembeyaz vücudunun pamuğumsu teninin güneş ışığında ihtişamını hiç yitirmediği.Her sabah uyandığında bisikletine atlayıp tüm tanıdıklarına günaydın dediği Samantha'ydı.Bay Mystery ile hiç kavga etmemişlerdi.Eğer ikisi birbirine kızgınsa sadece ''Seni Seviyorum.''diye seslenirlerdi birbirlerine.Onların aşkı sadece kalbinde duyduğu aşktan ibaret değildi.Onların aşkı akıllarından kolay kolay silinmeyecek bir efsaneydi.
Üniversite tanışmışlardı.İkisi de anlam veremedikleri bir şekilde aşık olmuşlardı işte...Zaman kavramı onları bir araya getirmişti.Bayan Goldberg onu etkilemek için elinden geleni yapmıştı.Bayan Mystery ise tıpkı bir beyefendi gibi karşılık vermişti ona.Onların ki bir tesadüf değildi tamamen bir yazgıydı.Her şey yazıldığı gibi olmuştu.Tanıştıkları ilk andan beri birbirlerine duydukları aşk azalmak yerine her geçen gün biraz daha artmıştı olması gerektiği gibi.
Kutsal Kadeh efsanesi kitapların arasında sıkışmış asla olması beklenmeyen bir efsaneydi.Kanını donduracaktı insanların.Dünyayı ters düz edecekti.İntikam denen körermiş duygu sayesinde daha önce hiç açığa çıkamamış,körelmiş duygular gerçeklik kazanacaktı.Kutsal kadeh çarpıcı olacaktı.Bu bir son değildi sadece sondan doğan yeni bir efsaneydi.Şimdi sıra Bay Mystery'deydi.Onun içinde yeni doğmuş bir bebek gibi büyüttüğü intikam her bir nebze de daha da kasıp kavuracaktı.Geride kalan küller onların yeniden bir arada olmasının bir kanıtı olacaktı.
Bayan Goldberg'in göz yaşları bir süre sonra dinmişti.Gökyüzünden el sallıyordu sevdiklerine...Kalbi acı doluydu,atmayan kalbinde hissettiği aşkı hala hissediyordu.Geri dönemeyecekti bir daha asla sevdiği adamın dudaklarına kavuşamayacaktı.Bir daha asla gelecek planları olmayacaktı.Tek istediği onu son bir kez görebilmekti.Annesi hıçkırıklarının ardından fısıldadı kendinin bile zor duyduğu bir sesle:
''O artık bir melek...''dedi küçük harflerle.Asıl can alıcı kısım buradan sonra başlıyordu.Ne olduğunu kimse bilmiyordu,ne olacağını da...Alınması gereken bir intikam vardı er ya da geç.Kutsal Kadeh'in ışıltısı buradan sonra son bulacaktı.O güçlü bir erkekti.Sevdiği kadının canını alanlardan bir bir intikam alacaktı.Onların aşklarından geriye kalan somut kavramlardan biri de o yaratıklar olmuştu.Aşkları hiç sönmeyecek bir meşale gibiydi.Gün geçtikçe büyüyecek ve en sonunda büyük bir yangın kopartacaktı.İşte o zaman bir diriliş başlayacaktı.İmkansızı bile değiştirebilen bir diriliş...~
Morgan Mystery
Nereden nereye hareket ettiği bilmeyen yüreğim acısını dindirmeye çalışırken, başka bir acıya göğüs germeye kalkışıyordu. Bu çok zor bir durumdu. Gözlerim açılmamak için kendini zorlarken en ücra yerlere hapsetmişti kendini. Göz kapaklarım umarsızca hareket ettiğinde kendimi zindanda buldum. Her taraf çok karanlıktı, gözlerim isyan edercesine açılıp kapanıyordu. Her şey gözümde canlandıktan sonra etrafı daha dikkatli incelemeye başladım.
Demir parmaklıklarla kaplı kocaman bir kapı, şekilsiz, pütürlü ve taşlı uzun bir koridoru anımsatan bir yol ve yuvarlak, demirle örülmüş bir cam. Süzgün süzgün bana ulaşan ışık tiksindiriciydi. Daha çok canımı yakıyordu.
Neler olduğunu hatırlamaya ve özümsemeye çalışmalıydım. Neler yaşamıştım? Beynim buna neden isyan edercesine tepki veriyordu? Ve en önemlisi bana ne olmuştu?
Başımı yasladığım yerden kaldırdım ve sert duvara yaslandım. Gözlerim kapalı daha iyi hissediyordum. Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Samantha... Evet, o neredeydi? Ne yapıyordu şimdi? En son neler olmuştu? Bir türlü aklımı toparlayamıyordum. Ne türlü bir lanet çukuruna batmıştım ben böyle?
Gözlerimi açmaya karar kıldığımda elimin yumruk halini aldığını gördüm. Neden bu şekilde duruyordu ki? Yumruk her zaman bir yere çakılmak içindi. Önümde duran koca taşa sertçe indirdim ve çığlığım boşlukta tutarsızca yankılandı. Diğer elimle yaptığım şeyi tutarken parmaklarım hissizleşmeye, gözüm kararmaya başladı. Ayağa kalkmayı denedim ama boşunaydı. Olmuyordu...
Elimin hissizleşmesi belki de daha iyiydi. Çünkü çakmak istediğim daha çok yer vardı, bu onu kısıtlardı.
"-Düşün lanet olası, düşün!" diye bağırdım kendi kendime. Zihnim aydınlanmaya başlıyordu. Evet evet, hatırlıyordum. Samantha'ya neler olduğunu, neler yaşadığımızı ve o pislik sesi! Her şey bu şekilde başlamamış mıydı zaten?
Samantha... Neredeydi şimdi? Düşüncelerimde geziniyordu, ama bedenen yaklaşamıyordum ona. Hissedemiyordum varlığını. Sanki içimden bir parça kopup gitmiş, yeri kapanmamak üzere öylece kalmıştı. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Burada boş boş oturmak derdime çare olabilecek miydi?
Yaslandığım yerden bedenimi kaldırmaya çalıştım tekrardan. Başardım da. Acıyan elimi serbest bıraktım ve o hissizliğiyle baş başa kaldı. Böylesi çok daha iyiydi. Demir parmaklıklara doğru yürümeye başladım. Tek elimle parmaklıklardan destek aldıktan sonra kurumuş olan sesimle:
"-Kimse yok mu?" diye bağırdım.
Ne yakından ne de uzaktan ufacık bir ses bile çıkmamıştı. Kısa bir süre sustum ve sonra tekrardan yine seslendim:
"-Heeey! Kimse yok mu?"
Çaresizce yere çömeldim. Bu sefer sırtımı dayayıp, destek aldığım yer demir parmaklıklardı. Ey Yüce Tanrım, neler geliyordu başıma böyle?
Havasız, nemli ve rutubetli bu ortamda daha ne kadar zaman kalacağımı bilmiyordum ama beklemek zorunda gibi gözüküyordum. Ne yapmam gerektiği konusunda ise ufacık bir fikrim yoktu. Susmak ya da konuşmak ya da delicesine haykırmak. Lanet olası hiçbir cevap alamıyordum. Ne tür bir çukura batmıştım böyle, anlam veremiyordum. Tek duyduğum nefes alışverişlerim ve mırıldandığım bir şarkıydı. Belki delirdiğimi düşünüp sesime ses verebilirlerdi değil mi?
"Ben senin yaptığın hataların aynısını yapmayacağım
Kendime izin vermeyeceğim
Çünkü kalbimin çok fazla ıstırap çekmesine sebep olur
Ben senin yaptığın yolu kırmayacağım
Bu yüzden sert hissedersin
Sert yolu öğrendim
Asla uzaklara gitmesine izin vermem
Senin yüzünden
Ben asla kaldırımdan uzakta başıboş dolanmam
Senin yüzünden
Ben güvenli tarafta oynamayı öğrendim, bu yüzden incinmem
Senin yüzünden
Sadece kendime değil etrafımdaki insanlara da güvenmeyi zor buluyorum
Senin yüzünden
Korkağım..."
Ve evet, haklı çıkmıştım. Sesler gelmeye başlıyordu.
Tekrardan kalkmayı denedim, kolum bu sefer ağrımaya ve morarmaya başlamıştı.
"-Heey o seste nereden geliyor!" dedi orta kalınlıkta bir erkek sesi.
"-Buradayım!" diye bağırdım.
Uzun merdivenlerden adamın ayak seslerini duyabiliyordum. Daha sonra da bedeni karanlıkta şekillenmeye başladı.
Beni görünce yüzünü astı.
"-Peh! Bende zindanda konser var zannetmiştim. Ne aptalca!"
"-Ne, nasıl yani? Burası neresi, neden buradayım?"
"-Buradasın, ötesi olamaz işte."
"-Neden buradayım diyorum. Bi bilgin var mı?"
"-Burda olmak zorundasın seni ukala herif, anlıyor musun? Burada olmak zo-run-da-sın!"
"-Neden burada olmak zorundayım? Söylesene!"
"-Buna yetkim yok Bay Ukala. Anlatabiliyor muyum?"
Seslice hırladım.
"-Defol o zaman."
"-Sende şarkı mırıldanmayı kes o zaman! Konser mi veriyorsun, ne halt yiyorsun anlasam."
"-Her şeyi anlamak zorunda değilsin sünepe. Defol!"
"-Buna pişman olursun."
"-Defol. Olursam olurum,ilgilendirir mi seni?"
"-İlgilendirecektir emin ol. Kimle konuştuğunu bilmiyorsun."
"-Bilmekte istemiyorum, şimdi uza burdan da şarkıma devam edeyim."
"-Hele öyle bir şey yap-"
"-Kapa o lanet olası çeneni."
Ve evet, şimdi o hırlamıştı. Nasıl bir yerdeydim, anlam verme gücüm tükemişti.
"-Peki o zaman, ne halin varsa gör."
"-Görebileceğim kadar görebiliyorum zaten."
"-Görmeye de devam ediceksin o zaman."
"-Yardım et bana."
Uzun bir sessizlik oldu.
"-Efendim? Anlamadım."
Tutmuş olduğum nefesimi bıraktım üflercesine.
"-Yani demek istediğim bana açıklama yapabilecek yetkili bir kişiyi getir. Burada ne haltlar döndüğünü anlamam lazım."
Sessizlik etrafa hakim olduktan sonra ne halt yediğini görmek için arkamı döndüm. Yoktu.
Telaşla nefes alıp vermeye başladım çünkü yine yalnız kalmıştım. Derin bir of çekerek Samantha'yı düşünmeye başladım. Neler olmuştu, peki o nerede nefes alıp veriyordu? En son yaşadıklarım aklıma geldikçe dilim peltekleşti, boğazım kupkuru kesildi. Canımın delicesine yandığını, kavrulduğunu hissettim. Ne kadar süredir burada durduğumu bilmiyorum ama en sonunda ayak seslerini duydum. Oturduğum yerden hızlıca dikeldim, parmaklıklara parmaklarımı yerleştirdim. Daha demin tartıştığım adam ve yanında uzun saçlı, uzun boylu bir adam. Yüzünde alaycı bir gülümseme, elleri birbirine bağlı bana doğru geliyordu. Neler olduğunu kavramaya çalıştım ama anlam veremedim. Kimdi bu adam, neyin nesiydi böyle?
"-Merhaba Morgan Mystery..."
"-Neden buradayım, siz kimsiniz, Samantha nerede?"
Sinir bozucu bir kahkaha attığında beynimde sinyaller çakmaya başladı. Evet, evet bu oydu. Ormandaki sese sahip adamdı. Başım dönmeye, boğazım kurumaya başladı.
"-Sen, sen..."
"-Ahh evet o benim. Ormanda konuşmuştuk öyle değil mi?"
"-Konuşmamıştık seni pislik herif. Sen benim kız arkadaşımın canına kıymaya teşebbüs etmiştin."
"-Kıydım bile." dedi ve bir adım geriye gitti.
Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ne, ne demişti bu yaratık?
Nasıl oldu bilmiyorum ama parmaklıkları yamultmuştum. Hislerim, duygularım, yaşadıklarım ve en önemlisi yanmaya yüz tutmuş acım alevlenmişti. Bedenimden bir şeyler kopup ayrılıyordu benden sanki. O iğrenç yaratığa döndüğümde yüz ifadesi beni şoka uğrattı. Acı çeker gibiydi.
"-Kıydım derken ne demek istedin?" dedim tükürürcesine. Boğazını sertçe temizledi.
"-Canını aldım."
Gözlerim kocaman, yüreğim amansızca titremeye, zonklamaya başlamıştı. Parmaklıkları sıkmış olan ellerim gevşedi ve iki yanıma düştü. Sıcaklık bedenimi sararken boncuk boncuk terlemeye başlamıştım. Bedenim hissizleştiğinde ruhsuz ve donukça yere oturdum. Bacaklarımı kendime doğru çektiğimde:
"-Neden?" diye haykırdım. Haykırışlarım soru işaretlerini de beraberinde getirmişti.
"-Böyle olmak zorundaydı Morgan Mystery, böyle."
"-Neden o? Ha! Neden? Nasıl kıydın ona, nasıl?"
"-Aşk kutsaldır, ama büyüsü bozulana kadar. Bu gerekiyordu ve oldu. İntikam kıvılcımlarını ateşe vermek zorunda."
"-Kes! Neden o diyorum neden?"
"-O, çünkü o seçildi."
Boğazım alevlenmişti. Gözlerimdeki damarlar kan boşaltıyor, beynim basınca hapsoluyordu.
"-Cesedi nerede peki?"
"-Polisler ormanda bulmuş, bugün gömülecekmiş." dedi sataştığım adam.
"-Meselem, benim meselem Morgan Mystery. Ölüm senin. Çekeceksin, çekmek zorundasın. Daha yolun çok çok başındasın. Acıyı hep hissedeceksin, ve benim emrime mahkumsun. Nefret senin damarlarınsa, benim de kanım. Bunu böyle bil ve bekle."
Efendi denilen o pislik, ortadan bir anda kayboldu. Sataştığım adam hala oradaydı. Lanet olsun, neler geliyordu başıma?
"-Efendimizin tek meselesi sen ve ailen. Yanınızdakiler de bunun yüzünden yanıyor. Üzgünüm, senin tek suçun Mystery soyundan gelmen. Yazık!"
"-Benim bu konu hakkında bildiğim hiçbir şey yok."
"-Öğreneceksindir, burada. Çeke çeke hemde."
"-Lanet olsun!" diye bağırdım ve bir anda aklımı toplamam gerektiğini hissettim.
"-Adını öğenebilir miyim?"
"-Rino, adım Rino Consers."
**
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Sonlar başlangıçlar içindir,her bir sona gebedir aslında fakat her bir son aslında geleceğin ta kendisidir.Kimse bilmez,kimse görmez olan biten herşey olmamış gibidir.Hiç kimse kendi düzenini bozacak şeyler için tehlikeye atılamaz.Hayattır bu.Yaşanır ve biter.Arkanda bıraktığın herşey seninle birlikte geçmişe gömülür....''
~Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh.~
Ölüm onların kapısını hiçbir zaman çalmadı.Hep davetsiz geldi.Tıpkı kim o demeden gelen bir misafir gibiydi.Bu bir savaştı.Geçmişte büyüklerin verdiği savaşı devam ettirmek isteyen savaşçıların savaşıydı.Gerçek olan hiçbir şey intikam kadar net gelmiyordu insana.Beklenmedik bir ölümdü onun ki...Herkesin Bayan Goldberg'in arkasından sarf ettikleri takdir ediciydi.Bilinmeyen bir çok şey vardı.Neden diye haykıran güçsüz bedenler,sorularını cevabını bulmayı bekliyorlardı.Bayan Goldberg bir daha asla geri dönmeyecekti,bir daha asla gülümsemeyecekti ve bir daha asla sahip olduğumu temiz kalbi atmayacaktı.Kimse toprakta kaybolan masum canların üzüntüsünde değildi aslında sıra kime geldiğinin merakındaydı.Bu bir efsaneydi,bu güne kadar yaşanmış efsanelerin son durağıydı.Kutsal Kadeh gecenin verdiği ihtişamla gururla parlamaktaydı o gece...İntikam duygusu gün geçtikçe yeşeriyordu onun içinde ve bir gün her şeye arkasını dönüp gidecekti,sevdiği kadını kurtarmaya...
Bayan Goldberg'in annesi mutsuzdu.Kızına neden bunu yaptıklarını merak ediyordu.Cenazede hiç durmayan gözyaşları herkesin nefret dolu kalplerini yumuşatmaya yetmedi.Bayan Goldberg gökyüzünden bir yerden izliyordu kendi cenazesini.Fakat gözleri aradığını bulamıyordu.Biricik aşkı...Biricik sevgilisi,Bay Mystery cenazeye katılmamıştı.Kaşlarını çattı,aklı almıyordu.Kalabalığa baktı uzun uzun bir umut,bir umut çarptı gözlerine nerede benim sevgilim diye.Tek isteği onu son bir kez görebilmekti aslında.Göz yaşları damla damla bembeyaz bulutların üzerine düşüverdi.O anda kalbi paramparça olmuş annesi gökyüzüne baktı.Kızım diye haykırdı bomboş gökyüzüne.Biliyordu,kızı orada onu izliyordu.Annesi uçsuz bucaksız gökyüzüne doğru bir kez daha haykırdı.Aniden kopan gök gürültüsü yerini yağmura bıraktı.Bunlar Bayan Goldberg'in gözyaşlarıydı.Çaresizliğinin...Korkunun ve en önemlisi de canını feda ettiği sevgilisini bir daha görememenin.
O sadece bir kızdan ibaret değildi.O herkesin sevdiği Samantha'ydı.Saçları kızıl ve kumral renginin verdiği ihtişamla parlayan,bembeyaz vücudunun pamuğumsu teninin güneş ışığında ihtişamını hiç yitirmediği.Her sabah uyandığında bisikletine atlayıp tüm tanıdıklarına günaydın dediği Samantha'ydı.Bay Mystery ile hiç kavga etmemişlerdi.Eğer ikisi birbirine kızgınsa sadece ''Seni Seviyorum.''diye seslenirlerdi birbirlerine.Onların aşkı sadece kalbinde duyduğu aşktan ibaret değildi.Onların aşkı akıllarından kolay kolay silinmeyecek bir efsaneydi.
Üniversite tanışmışlardı.İkisi de anlam veremedikleri bir şekilde aşık olmuşlardı işte...Zaman kavramı onları bir araya getirmişti.Bayan Goldberg onu etkilemek için elinden geleni yapmıştı.Bayan Mystery ise tıpkı bir beyefendi gibi karşılık vermişti ona.Onların ki bir tesadüf değildi tamamen bir yazgıydı.Her şey yazıldığı gibi olmuştu.Tanıştıkları ilk andan beri birbirlerine duydukları aşk azalmak yerine her geçen gün biraz daha artmıştı olması gerektiği gibi.
Kutsal Kadeh efsanesi kitapların arasında sıkışmış asla olması beklenmeyen bir efsaneydi.Kanını donduracaktı insanların.Dünyayı ters düz edecekti.İntikam denen körermiş duygu sayesinde daha önce hiç açığa çıkamamış,körelmiş duygular gerçeklik kazanacaktı.Kutsal kadeh çarpıcı olacaktı.Bu bir son değildi sadece sondan doğan yeni bir efsaneydi.Şimdi sıra Bay Mystery'deydi.Onun içinde yeni doğmuş bir bebek gibi büyüttüğü intikam her bir nebze de daha da kasıp kavuracaktı.Geride kalan küller onların yeniden bir arada olmasının bir kanıtı olacaktı.
Bayan Goldberg'in göz yaşları bir süre sonra dinmişti.Gökyüzünden el sallıyordu sevdiklerine...Kalbi acı doluydu,atmayan kalbinde hissettiği aşkı hala hissediyordu.Geri dönemeyecekti bir daha asla sevdiği adamın dudaklarına kavuşamayacaktı.Bir daha asla gelecek planları olmayacaktı.Tek istediği onu son bir kez görebilmekti.Annesi hıçkırıklarının ardından fısıldadı kendinin bile zor duyduğu bir sesle:
''O artık bir melek...''dedi küçük harflerle.Asıl can alıcı kısım buradan sonra başlıyordu.Ne olduğunu kimse bilmiyordu,ne olacağını da...Alınması gereken bir intikam vardı er ya da geç.Kutsal Kadeh'in ışıltısı buradan sonra son bulacaktı.O güçlü bir erkekti.Sevdiği kadının canını alanlardan bir bir intikam alacaktı.Onların aşklarından geriye kalan somut kavramlardan biri de o yaratıklar olmuştu.Aşkları hiç sönmeyecek bir meşale gibiydi.Gün geçtikçe büyüyecek ve en sonunda büyük bir yangın kopartacaktı.İşte o zaman bir diriliş başlayacaktı.İmkansızı bile değiştirebilen bir diriliş...~
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
nessie!!- Nirvana
- Mesaj Sayısı : 10106
Puan : 24496
Kayıt tarihi : 06/01/11
Yaş : 29
Nerden : BERKHAKMAN
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Aman Allahım! Kızlar bravo size Betimlemeler harika,hikaye oldukça esrarengiz.Kim? Neden öldürdü Sam'i? Morgan'a neler olacak? Sam gerçekten öldü mü? Yoksa bir dönüşüm sürecimi geçiriyor?
Sevdiğim kısımlar elbette var.Onları belirtmeden geçemem :)
Yüreğim ise bu sefer boyun eğişleriyle sınırlı kalır.
Zaten yürek sadece aşkın büyüsüne şahitlik etmek için kutsaldır.
Her şeyin başlangıcı, aynı zamanda uzun duygularımın virgülüydü o.
Çok anlamlı sözler bunlar,yaşınızdan büyük manalar taşıyan kelimeler.Hayran kaldım doğrusu bıcırıklar.Birde ilk bölmde HP'nin müziğini koymuşsunnuz o kadar duygusalda anlatınca yine doldu gözlerim.Aferin size fıstıklarım.Gururlandım birden sizinle.İkiniz de o kadar yakınsınız ki bana.Canlarımsınız benim,böyle bir işi başarmanız beni çok mutlu etti.
Yeni bölümü merakla bekliyorum,karakterleri sevdim :) Bakalım bizi nasıl bir efsane bekliyor :)
Sevdiğim kısımlar elbette var.Onları belirtmeden geçemem :)
Yüreğim ise bu sefer boyun eğişleriyle sınırlı kalır.
Zaten yürek sadece aşkın büyüsüne şahitlik etmek için kutsaldır.
Her şeyin başlangıcı, aynı zamanda uzun duygularımın virgülüydü o.
Çok anlamlı sözler bunlar,yaşınızdan büyük manalar taşıyan kelimeler.Hayran kaldım doğrusu bıcırıklar.Birde ilk bölmde HP'nin müziğini koymuşsunnuz o kadar duygusalda anlatınca yine doldu gözlerim.Aferin size fıstıklarım.Gururlandım birden sizinle.İkiniz de o kadar yakınsınız ki bana.Canlarımsınız benim,böyle bir işi başarmanız beni çok mutlu etti.
Yeni bölümü merakla bekliyorum,karakterleri sevdim :) Bakalım bizi nasıl bir efsane bekliyor :)
nessie!!- Nirvana
- Mesaj Sayısı : 10106
Puan : 24496
Kayıt tarihi : 06/01/11
Yaş : 29
Nerden : BERKHAKMAN
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Canım meleğim benim. Senin yorumlarını okumak inan bizi çok mutlu ediyor. Sevgin, içtenliğin öyle güzel yansıyor ki yorumuna. Bunu bize çok güçlü hissettiriyorsun. Çok teşekkür ederiz canımın içi. Zamanını ayırdığın için çok sağol. Başarılı bir şekilde aktarabilmişsek, sizleri satırlarımızla etkileyebilmişsek ne mutlu bize. :) Çok teşekkürler hayatım.
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
nessie!! demiş ki:Aman Allahım! Kızlar bravo size Betimlemeler harika,hikaye oldukça esrarengiz.Kim? Neden öldürdü Sam'i? Morgan'a neler olacak? Sam gerçekten öldü mü? Yoksa bir dönüşüm sürecimi geçiriyor?
Sevdiğim kısımlar elbette var.Onları belirtmeden geçemem :)
Yüreğim ise bu sefer boyun eğişleriyle sınırlı kalır.
Zaten yürek sadece aşkın büyüsüne şahitlik etmek için kutsaldır.
Her şeyin başlangıcı, aynı zamanda uzun duygularımın virgülüydü o.
Çok anlamlı sözler bunlar,yaşınızdan büyük manalar taşıyan kelimeler.Hayran kaldım doğrusu bıcırıklar.Birde ilk bölmde HP'nin müziğini koymuşsunnuz o kadar duygusalda anlatınca yine doldu gözlerim.Aferin size fıstıklarım.Gururlandım birden sizinle.İkiniz de o kadar yakınsınız ki bana.Canlarımsınız benim,böyle bir işi başarmanız beni çok mutlu etti.
Yeni bölümü merakla bekliyorum,karakterleri sevdim :) Bakalım bizi nasıl bir efsane bekliyor :)
Melike Ablam çok teşekkür ederiz Bizi yorumunla çok ama çok mutlu ettin. :) Yorumlarını görmeyi özlemişiz Bizi çok gururlandırdın ablacım. :) Yorumun için çok teşekkür ederiz tekrardan :) Okuyup zaman ayırdığın için teşekkür ederiz Beğendiysen ne mutlu bize :)
rens-peri- Vejeteryan
- Mesaj Sayısı : 700
Puan : 935
Kayıt tarihi : 12/01/11
Yaş : 27
Nerden : İstanbul
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Kızlar kusura bakmayın daha önce okumuştum ama anca yorum yapmaya vaktim oluyor. Çok güzel olmuş yine, betimlemeleriniz çok güzel güzel. Ellerinize sağlık canlarım (:
sunshine- Vejeteryan
- Mesaj Sayısı : 721
Puan : 748
Kayıt tarihi : 05/01/11
Yaş : 26
Nerden : Jace&Dimitri
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Canım benim, beğenmene çok sevindik. Zamanını ayırdığın için çok sağol.
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Korkuyordum, nefes almaktan korkuyordum. Çünkü her nefes alışım yüreğimi keskin bir kurşun misali delip geçiyordu."
Yalnızdım, hemde çok yalnızdım. Nefes alabilmek çok daha zor geliyordu bana. Her şey canımı acıtıyor, tek bir çift laf bile benliğimi yaralıyordu. Neydi bu? Nasıl bir şeydi? Neden gelir gelir de benim yaşamıma konardı? Canımdan parçaları kim söküp alıyordu benden böyle? Neler yapabilecektim, hiç bilemiyordum. Bildiğim tek şey canımdan kopan parçaları bulmak ve yeniden bedenime sabitlemekti. Yoksa canım yanar ve bedenim rüzgara eşlik ederdi. Ve rüzgar beni savurarak binlerce bilinmezliğe sürükleyebilirdi.
İnsan sevdiği insana öyle bağlanabiliyor ki kopamıyor hiçbir zaman. Nasıl veya ne gibi bir şekilde kopmayı göze alabilir ki? Bir çok hayal nasıl bir anda boğulmaya yüz tutabilir?Dudakların haykıramadığı bazı şeylerden neden hep yürek sorumludur? Zaten her şey o nefes kapıları yüzündendir. Her şeyi yüreğe yüklemeseler belki acı daha hissiz olur.
***
Beynim şok dalgalar içerisindeyken neler yapabileceğimi kestiremiyordum. Rino ile başlarda sataşmamalıydım belkide. Çünkü o da benimle aynı kaderden gibiydi. Mecburdu, bu çukurda debelenmeye mecburdu. Sesini çıkaramıyordu.
"-Özür dilerim, kabaydım." dedi aniden. Ona karşı yumuşamam gerektiğini hissettim.
"-Asıl ben özür dilerim, sende afedersin. O sinirle yaptıklarım böyle sonuçlar doğurdu maalesef ki."
"-Dert etme dostum, bizde aynı şeyleri yaşadık."
"-Nasıl yani?"
Hafifçe gülümsedi ve konuşmaya başladı.
"-Dinlemeyi ister misin?"
"-Elbette." dedim kavrulan yüreğimle.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Demir parmaklıklara yaslandım, o da aynı şekilde yaslandı. Yüzlerimizi görebiliyorduk. Simasını dikkatlice incelemeye koyuldum ve aslında yakışıklı olduğuna karar verdim. Düz sarı saçları, buz mavisi tonlarında gözleri ve kaslı vücudu... Kızlar kuyrukta bekliyorlar mıydı acaba?
"-Ben buraya çok önceden geldim Morgan. Baya uzun zaman oldu. Kız kardeşim vardı sadece. Ve onu kendi canımdan çok seviyorum. Çokta iyi anlaşıyoruz zaten. Ben 18 yaşımdayken annem ve babamı bir trafik kazasında kaybettik ve ben hayatımı tamamiyle kız kardeşim Melina'ya odaklandırmıştım. Daha 14 yaşındaydı ve genç kız oluyordu. Çok güzeldi ve alımı muhteşemdi. "
Hafifçe boğazını temizlediğini hissettim. Bakışları hafifçe sislenmişti sanki. Yerinde kıpırdandı, bacaklarını kendine doğru çekti ve kollarıyla destekledi.
"-Ona karşı çok korumacıydım. Bir gün evde otururken aniden elektrikler kesildi. Çok kısa bir süre boğucu bir sessizlik oldu. Melina'yı kollarımın arasına aldım ve başını omzumda hissettim. Korkmaması için yumuşak sözler söylerken bir anda Melinda'da başını omzumdan kaldırdı ve sanki karanlık onu yutmuştu. Ortalıkta yoktu, onu göremiyordum. Birden Melinda'nın çığlık attığını duydum. Karanlıkta görebildiğim sadece bembeyaz, bana uzanmış elleriydi. O ellere ulaşmaya çalışırken enseme bir şey battı ve aynı şey kız kardeşime de oluyor gibiydi. Ve bizde gözlerimizi bu zindanda açtık. Bizim tek farkımız o zamanlarda orduyu genişletiyor olduklarıydı. Yoksa bir meselemiz, soyumuzdan gelen bir intikam yoktu. Ve efendimiz bize şaşılacak derecede iyi davranmıştı. Ve o şimdi Melinda ile kızı gibi ilgileniyor."
Ürkütücü ve bir bakıma da şaşılası bir durumdu. Dudaklarım hafifçe, benden istemsiz olarak aralandı.
"-Efendinizden hiç mi nefret etmediniz?"
"-Ettik, etmez olur muyuz? Onu hep suçladık, canımızı bizden aldığı için ona karşı çıkmaya yüz tuttuk. Ama nafile sonuçlar doğuruyordu tüm yaptıklarımız. Hele Melinda... Başlarda kendisi için değil, ama benim için o kadar nefret etti ki efendimizden, ona yumruk attığını bile hatırlıyorum. Ama efendimiz buna karşı gelmedi, Melinda'ya hiçbir şey söylemedi. Çünkü onda başka bir şeyler olduğunu biliyordu, hissediyordu bunu. Ki öyle de oldu."
"-Melinda'yı farklı kılan neydi ki?"
"-Zekiydi, bu çevredeki herkesten çok çok zekiydi. Düşmanın planlarını bilebiliyor, yapacakları hamleleri yakından takip edebiliyordu. Nasıl yaptığını ilk başlarda anlayamamıştık ama efendimiz bunu sezmişti. Karşısındaki insana farklı hissettirebiliyor. Her şeyi itiraf ettirebiliyor yani. Söylemekten sakındığın her şeyi. Ve onun bu özelliği, efendimizi bir bakıma yüceltti. Melinda bu özelliğini kalıplaşmış kişilere uygulayamıyor ama düşman tarafından, ya da efendimize karşı olan bir saldırıda bu özelliğini işleve sokabiliyor. O özel bir güce sahip. Fakat efendimiz izin verdiği müddetçe bu özelliğini kullanabiliyor. Bir bakıma ipler efendimizin elinde. Melinda dönüştükten sonra bu özelliğe sahip olabildi. Zaten biz bu yüzden dönüştük."
Sustuğunda şaşkın şaşkın baktım Rino'ya. Bakışlarımdan etki almış olacak ki kahkahayı patlatıverdi.
"-Bakma öyle. Yakında sende bizden biri olacaksın."
"-Nasıl olacak bu? Ben, ben istemiyorum."
"-Bu senin elinde değil Morgan."
Kafam karışmış bir şekilde;
"-Nasıl gerçekleşecek bu peki?" diye sordum."
"-Kutsal kadehin cam parçası ile. Ensende hissedeceksin. Yakıcak, ama emin ol ki geçiyor." Yüzünde değişik bir çarpık gülüşün belirdiğini dikkatlica sezmiştim.
"-Ben ormanda buna benzer bir şey yaşamıştım."
"-Doğrudur. Bunu Mystery soyundan olup olmadığına emin olmak için yapmışlardır. Üzgünüm, son insanlık zamanların."
"-Şu saatten sonra ha yaratığım, ha insanım, ha ölüyüm. Fark etmeyecek."
"-Zor olduğu biliyorum ama alışırsın. Montaküs olmak ayrıcalıktır dostum."
"-Montaküs?" dedim merak içerisinde. Dönüşümüm gerçekleştikten sonra bende bir Montaküs mü olacaktım? Anlamaya çalışıyordum ama galiba beceremeyecektim.
Rino yüzüme ağır ağır baktı. Nasıl bir bakıştı bu böyle?
"-Hey! Bakma öyle. İçim gıdıklanıyor."
Alay eder gibi gülümsedi ve yüzünü yere dikti.
"-Benim özelliğim de bu. Huzursuz etmek. Dikkatli ol dostum!"
"-Yoo, sakın huzurumu bozma, zaten yeterince bozuk."
"-Anlıyorum, tamam bir şey yok. Sakin ol."
"-Olamıyorum Rino. Neler olduğunu anlayamıyorum. Hiç anlayamıyorum hemde. Efendiniz iyi biri mi değil mi, çözemiyorum. Benim açımdan asla iyi biri değil, yaşadığım sürece, bir Montaküs olacak olsam bile ona asla iyi duygular besleyemem. Çünkü o beni yaşama bağlayan gücü öyle bir aldı ki, nefrete hapsolmuş gibiyim. Kurtulamıyorum. Beynim, yüreğime uymuyor bir türlü. Ölmek istiyorum bende, hadi öldür beni. Yap bunu lütfen, lütfen yap!"
Şaşkın şaşkın, hatta birazda telaşla yüzüme baktı. Buz mavisi gözlerini bana dikti ve içim tekrardan gıdıklandı. Ama bu sefer hafifliyordum sanki. Bir şey içimdeki tüm sıkıntıları söküp aldı. Bir anda yere huzurluca eğildiğimi hatırlıyorum. Bu gerçekten mükemmel bir etkiydi. Hep böyle yaşayabilirdim, of demezdim. Çünkü huzurluydum, tek düşündüğüm kendimdi. Samantha zihnimde kalmış en belirgin noktaydı, ama acıyla hatırlamıyordum onu. Çünkü bir şey içimden sıkıntı denilen o laneti söküp almıştı. Rahatlıkla Rino'ya yattığım yerden bakışlarımı yönelttim. Göz kırptı bana.
"-Huzursuz edebildiğim kadar rahatlatabildiğimi de söylemiş miydim?" dedi sırıtarak.
"-Benden gizlediğin kim bilir ne çok şeyin vardır Rino."
"-Daha neler öğreneceksin bir bilsen, şimdiden içini karartmak istemiyorum. O yüzden susma hakkımı kullanmak istiyorum. Müsaden var mı Bay Mystery?"
Yüzüm ilk defa dudaklarıma uyup, gülümseme ifadesine bürünmüştü. Huzur ne kadar da güzeldi böyle.
"-Müsade sizin Bay Consers."
Başını gülerek salladı ve o da tuttuğu parmaklıkları bıraktı.
"-Bu sana iyi hissettirecek dostum. İhtiyacın olduğunda merdivenlerin solundaki odadayım. Ne yazık ki yine şarkı söylemek zorundasın, çünkü parmaklıklar geçmene izin vermez."
"-Peki ya sen?" dedim durgun durgun.
"-Kafamı keserler. Hey! Sen Montaküs yaratıklarına yem mi olmamı istiyorsun?"
"-Aoov tamam susuyorum dostum. Sen orda kal."
Kıkırdadığına yemin edebilirdim.
"-Ben hep burda kalıyorum. Taa ne zamandır. "
"-Sabretmek zor öyle değil mi?"
Derin bir iç çekti ve ekledi;
"-Tahmin edemeyeceğin kadar..."
Uyumuştum sanki. Öyle huzurluydum ki. Bu durum daha sonraları beni sıkar mıydı bilemiyorum ama şuan için gerçekten mutlu olduğumu hissediyorum. Sanki kaldığım yer bir zindan değil, sarayın ta kendisiydi. Bu şekilde ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum.
İnce bir kadın sesi bulunduğumuz yere hakim olunca anca o zaman gözlerimi açabildim. Huzur, içime o kadar derin işlemişti ki bir şekilde anlam gücüm ortadan kalkmıştı.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"-Rino, neredesin?" diyen ince ses kulaklarıma ulaştığında merdivenlerin ötesindeki silik bedeni görebildim. Topuklu ayakkabıların betonda çıkardığı ses tüylerimi ürpertti.
"-Buradayım Melinda, gel." diye karşılık verdi Rino. Huzurlu olan iç sesimle bunları duyuyordum. Bir bakıma sersem gibiydim. Gözlerimi tekrardan kırpıştırdım ve bulanıklığı gözümün önünden atmayı denedim, başardım da. Bakışlarımı tekrar merdivenlere çevirdim. Melinda'yı şimdi daha net görebiliyordum.
Neredeyse bacaklarına kadar uzanan upuzun saçları, Rino gibi masmavi gözleri vardı. Boyunun benden uzun olma ihtimalinin yüksek olduğuna emindim. Bakışları parmaklıkların arkasında kalan bana odaklandığında başımla selam vermekle yetindim.
"-Mystery ha!" dedi ukala bir ses tonuyla.
"-Morgan daha doğru olur sanki."
Yüzüne ufacık bir gülücük yerleştirmişti.
"-Ah elbette, merhaba Morgan. Bende Melinda." Şimdide çok dostane bir tavırdaydı. Şaka mı yapıyordu, yoksa oyun mu oynuyordu? Anlam veremeyerek Melinda’yı tekrardan inceledim. Ama bir anda içimden tekrardan bir şey koptu ve yüreğim sızladı.
“-Kusura bakma dostum, bunu yapmak zorundayım. Gitmeliyim.”
Başımı acıyla salladım ve kendimi zindanın en derin köşelerine sürükledim. Başımı hiddetle yere çarptım ve beynimin zonkladığını acı dolu haykırışlarımla hissettim. Şimdi susmam gerekiyordu ve ben susup acımla baş başa kalıcaktım.
Nasıl bir duyguydu bu böyle? İnsan neden sürekli acı çekmeye mahkum kalabiliyordu? Neden can damarımı yok etmişlerdi? Ve neden ben Rino’nun desteğiyle ayakta kalıp Samantha’yı düşünmemiştim? Belki de ondan bunu hep istemeliydim. Çünkü acıyla baş edebilecek başka yolum yoktu.
**
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Rino Consers...
Herşey o kadar geçmişte kalmıştı ki benim için hatırlamakta bile güçlük çektiğim anılara sahiptim. Bazen şu an olduğum durumum için şükrederken, daha kötüsünün de olabileceğini düşünürken bazen de içimde ki nefrete hakim olamayarak lanet okuyordum. İşin en iyi tarafı kardeşim Melinda'nın gözümün önünde olmasıydı. Ondan uzakta değildim, onun yakınında da değildim. Sadece onun iyi ve mutlu olduğunu bilmek bana yetiyordu.Bu güne kadar olabildiğim kadarıyla hep yanında olmaya çalıştım.Büyüdükçe,aramızda artan yaş farkının problem olduğunu düşünmeden edemiyordum.Melinda çok güzel bir kız olmuştu,yaşam ondan aldığı her şeyi güzelliğiyle ödüyordu sanki.Yüz hatları o kadar narindi ki çoğu zaman ona dokunmaya korkar olurdum.Kırılması o kadar kolaydı ki onun canının acıdığı her an benim canım ondan bin kat acırdı sanki.Onun acısının yanında benim ki bir hiç olur ve çoğu zaman gülümsemekle yetinir, hiçbir şey yokmuş gibi davranırdım.Buna alışmıştım zamanla. Melinda'nın mutluluğununu gördüğüm her an derin bir iç çeker,aileme verdiğim sözü hatırlardım.
Bizim için yeni bir yaşam o gecenin karanlığıyla aydınlanmıştı.Şimdi düştüğümüz karanlıktan çıkmak için çabalayıp duruyorduk.Belki eskisi gibi olmayacaktık,ama bir köle olarak daha ne kadar nefes alabilirdim ki...Daha ne kadar Melinda'yı biricik kardeşimin güvenliğini yıllardır tanıdığım fakat ona aslında sokakta ki yabancıdan bile daha yabancı olduğum birine emanet edebilirdim ki?Daha ne kadar burada yaşamaya katlanabilirdim?
O gece herhangi bir gece değildi.Bunu anlamamız çok uzun sürmemişti.Bizim için asıl alışması gereken zorluklar o anda başlıyordu.Hiçbir şey bilmeden sadece iliklerimize kadar işleyen korkunun esiri olmuştuk. Melinda o akşam benimle birlikte uyumak istemişti.Ailemizin kaybından beri oldukça korkak biri haline gelmişti. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ve kızgın bir şekilde çakan şimşek onu korkutuyordu.Ailemizden bize kalan evimizde oturuyorduk bu soğuk kış gününde.Her şey olağan bir şekilde normaldi.Melinda ile birlikte televizyonda belki de binlerce kez gösterilen sinema filmini tekrardan izliyorduk.Her seferinde aynı zevkle izliyordu Melinda. Onun yüzünün gülmesi beni mutlu etmeye yetiyordu.Durumumuz babamızdan kalan miras sayesinde bizi idare ediyordu.Bu konuda Melinda'ya sıkıntı yaşatmıyordum.Okulunun bitmesine sayılı günler vardı hep bir doktor olacağını söyler dururdu.Küçükken bana zorla oynattırdığı doktorculuk oyununu unutmam mümkün değil.Onun bir an önce hayallerine kavuşabilmesi için elimden gelenin en iyisini yaptım her zaman.
Melinda filme o kadar dalmış ki beline kadar gelen saçlarını ördüğümü farkında bile değildi.Melinda'nın saçlarıyla oynamayı hep sevmişimdir.Uzun ve yumuşacık olması bana terapi gibi gelirdi her zaman.
''Rino,inanamıyorum şuna bak ne kadar da kısa sürdü!''dedi gözlerini dikmiş ekrana bakarken.Gözlerimi ekrana çevirdiğimde belki de binlerce kez gördüğüm filmin finalini izliyordum.''Melinda bu filmi binlerce kez izledik ve sen neredeyse her repliğini ezberledin.''dedim gözlerimi devirerek.'
''Rino,seninle bu konuda tartışmayacağım. Duygusuz bir erkek olarak benim içimde kopan fırtınaları anlamaman çok normal.''dedi saçlarını arkaya atarak.Yüksek sesle güldüm.Ördüğüm saçlarını bırakarak onu kucağıma aldım.''Bak sen küçük hanım büyümüşte içinde kopan fırtınalardan bahsediyor!''dedim yanağından öperek.Biz şakalaşmaya dalmışken aniden gelen sesle elektirikler kesildi.Melinda ve ben kısa süreliğine birbirimize baktık.Bu olağan bir durum değildi, çok fırtınalı zamanlarda olurdu ancak.Melinda'yı korkutmak istemiyordum. Onu serin kanlı hareketlerle koltuğa bıraktım.
''Burada bekle Melinda'm sigortayı kontrol etmem gerek.''dedim alçak ses tonumla.Sigortaya baktığımda hiçbiri atmamıştı.Teker teker indirip tekrar yukarı kaldırdığımda elektirikler gelmedi.Melinda daha fazla korkmadan yanına döndüm.
''Melinda'm sigortada hiçbir problem yok şimdi mum yakacağım ve birazdan elektirikler gelecek tamam mı?''Serin kanlılığımı koruyarak gülümsedim ve saçını okşadım.Melinda korku dolu gözlerle başını salladı.
Mutfakta ki bir kutudan son kalan bir mum bulduğum için şükrettim.Mutfak tezgahının üzerinden çakmağı aldım ve mumu elimde tutarak koltuğa oturdum.Mumu Melinda'nın herhangi bir ihtimale karşı aldığı mum tabağına bıraktım.Melinda bu ev için her ne kadar gereksiz alışverişlerde bulunsa da bazen gerçekten çok işe yarıyordu.Melinda sessizdi, onun bu sessizliği beni tedirgin ediyordu.Başını omzuma koydu ve derin bir iç çekti.Tedirgin olduğuna emindim. Onu ne kadar sakinleştirmeye çalışsam da bu mümkün olmayacaktı.Korkularını yenmesi o kadar zordu ki bu güne kadar bunu hiç başaramamıştık bile.Melinda'nın saçlarına ufak bir öpücük kondurdum.
''Korkulacak bir şey yok Melinda'm sadece elektirikler kesildi birazdan gelecektir.''Gülümsedim ellerimi saçlarında gezdirirken.Bu benim son içten gülümsemem olmuştu.Melinda kollarımdan bir toz bulutu gibi uçup gitmişti.Etraf olduğundan daha karanlıktı sanki...Şuhursuzca bağırdım..
''Melinda!Melinda'm?Neredesin!''Melinda'nın çığlığı kulaklarımı doldurduğunda bende onunla birlikte çığlık attım.Görünmeyen kötü bir canavar bizi ele geçirmiş gibiydi.Elleri bana uzanıyordu,ellerini tutup ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum ama ne yazık ki ellerine ulaşmak istediğim her saniye benim için yok oluyordu.''Melinda!''diye haykırdı titrek dudaklarım.Haykırmalarım boşlukta yankılanıyor ve bana hiçbir şey kazandırmıyordu.Melinda'mı bir daha hiç o kadar yakından sevemedim...Melinda'mı bir daha asla bağırama basamadım.Bizim için yeni bir masal başlıyordu veya yeni bir kabus daha.
Melinda'yı benden almışlardı onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum.Onun bir yerlerde nefes aldığını bilmek içimi rahatlatacaktı.Eğer ikimizden birini istiyorlarsa bu ben olacaktım Melinda değil.Titrek kollarımı,hiç tanımadığım iki züppe görünüşlü adam tutuyordu.Ben Melinda'nın adını haykırdıkça anlamsız bir şekilde kahkaha atıyorlardı.''Beni nereye götürüyorsunuz?Bizi rahat bırakın!''dedim yüksek sesle bağırarak.O anda daha önce hiç görmediğim bir yere gelmiştim.Bir saray değildi,olamazdı çünkü saray olamayacak kadar büyüktü.Bu dağın eteklerine kurulmuş bir krallığı andırıyordu bana.İsmini bilmediğim bu krallığa neden geldiğimi de bilmiyordum.Tek bildiğim buranın benim mezarım olacağıydı.Beni o huzursuz edici derecede uzun olan koridorda sürüklemişlerdi.En ufak bir ışık barındırmıyorlardı.Ben bile önümü göremezken onların nasıl gördüğüne akıl erdirememiştim.
''Buyrun efendim Rino denen sefil bu!''Bana sefil diyen adama baktığımda ben onun yanında çok daha zengin duruyordum.Bana ettiği hakaret beni rahatsız etmemişti.Sadece bu adamların kim olduğunu merak ediyordum.Başımı yukarı kaldırdığımda bir çift göz,gözlerini dikmiş bana bakıyordu.Yerinden kalktı usulca yüz ifadesinde olmaması gereken gereksiz bir gülümseme vardı.Topuklarından çıkan sesler sinir bozucuydu.Gözlerimi yumdum sıkıcana.Yerimden kalkmaya gücüm bile yoktu.Bu durum karşısında sadece kendime acıyabilirdim.Şu an için idam edilmek bile Melinda'ya zarar gelmesi düşüncesinden çok acıtmıyordu.
Yanıma geldiğinde irkildim ve gözlerimi açtım tıpkı bir atmaca gibi tehlikeyi sezmiş hissediyordum kendimi.Gülümsemesini değiştirmeyerek önümde yavaşça diz kırdı.İşte o an damarlarımda dolaşan kan daha hızlı ve güçlü akmaya başlamıştı.''Rino...''adımı fısıldadı o çirkin dudaklarıyla.Eminim benden istediği şey canım değildi benden istediği şey onun yararına olacaktı.Belki de beni bu krallık için köle yapacaktı.Belki de beni şu an öldürecek ve hayvanlarına yem edecekti.''Seni ne kadar uzun süredir aradığımı tahmin bile edemezsin.''Beni tanıyor olması çok daha fazla korkmama neden olmuştu.Beni tanıması demek Melinda'yı da tanıması demekti.Belki de eski bir aile dostumuzdu.Bu ne kadar uzak bir ihtimal de olsa bir şekilde sakinleşmem gerekti.
''Melinda...Kız kardeşim o nerede?Ona ne yaptınız!''dedim sesimin tonuna engel olamayarak.Ellerini havaya kaldırdı ve ağır hareketlerle beni alkışladı.''Taktir edilebilir bir cesaret...''Gözlerini kıstı.''Ölüm senin için bu kadar yakınken tek düşündüğün şey Melinda'mı?''
''İnan bana,bana ne yapacağın umurumda bile değildi.Melinda'ya dokunma yeter''dedim başımı kaldırarak.Bu tavrım onu rahatsız etmişti kaşlarını çattı.''Bana emir verme yetkisine sahip değilsin sen!Canım ne isterse onu yaparım!''Dudaklarından çıkan ses eminim ki tüm krallığa ulaşmıştı.Başımı öne eğdim ve artık konuşmaya bile gücüm olmadığı için sadece sustum.''Melinda'ya ne olacağına şu an için karar vermedim tek söyleyebileceğim onu veya seni öldürmeyeceğim.''Uzun bir duraksama geçirdi ardından o ukala gülümsemesi tekrar yerine geldiğinde...''Ölmekten beter edeceğim sizi.''dedi ve tamamen sustu.
İşte o an artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım.Melinda'nın ve benim canım tehlikedeydi.Aileme verdiğim sözü tam olarak daha tutamamıştım bile...Onlara ölmeden önce Melinda'yı koruyacağıma dair söz vermiştim.Melinda'nın iyi olması bile bana yetiyordu.En azından bunu tanımadığım kötü adama karşı minnet duyuyordum Melinda'ma zarar vermeyeceği için.
Bazen burada olmanın verdiği tutsaklık duygusu çok ağır basıyordu.Melinda'da mı doğru düzgün göremiyordum bile.Melinda o kadar farklı bir kızdı ki onda ki gizemi herkes farketmişti.Melinda'nın sahip olduğunu güzellik ve her bir güç kralımızın işine yarıyordu.Melinda'yı sevdiğine emindim.Belki de onu sırf güçleri için seviyordu fakat bu neyi değiştirirdi ki onun güvende olduğunu bilmek bana yetiyordu.Onun kadar rahat bir hayat süremiyordum.
Benim olduğum durumda çokta kötü sayılmazdı.Şükretmesini öğrenmiştim bundan daha kötü bir durumda da olabilirdim.Belki de hiçbir nedeni olmadan ölebilirdim...Asıl önemlisi hiçbir nedeni olmadan Melinda'm da benimle birlikte ölebilirdi.Burada her şey kusursuz işliyordu ta ki Morgan Mystery denen o adam gelene kadar.Bir süre boyunca sadece bize onunla ilgili şeyler söylendi.Morgan'ı aramıza almamamız gerektiği söylendi durdu...Hepimiz özellikle de ben Morgan'a olan nefretinin nedeni hakkında merak duymaya başlamıştık.Morgan'ın gelmesini dört gözle bekliyorduk.Normalde buraya gelen herkese saygı gösteririz fakat Morgan'da anlayamadığımız bir güç vardı bunun ne olduğunu anlamak zor değildi hele benim gibi biri canını bir kız için feda etmiş olan biri...O da aynısı yapmıştı aslında sevdiği kadını kurtarmak için buraya sürgün edilmişti.Morgan'ı ilk gördüğümde onun masum olduğunu ayırt edemedim çünkü gözlerinde olan nefret sadece yenilmiş birinde olabilirdi ve asla yenilgiyi kabul edemeyecek birinin.
Morgan bana olan biten herşeyi anlatmadan önce ben ilk ağızdan öğrenmiştim.Sevdiği kadın gözleri önünde can vermişti.Kendisi ise ne olacağından habersiz buraya gelmişti.Sanırım bahsettiğim daha kötüsünün olabileceğini söylediğim durum buydu.Melinda'nın ölme ihtimali bile beni öldüğünde duyacağım acı kadar acıtmaya yetiyordu aslında.Sadece öğrenmek istediğim neden Morgan bu kadar tepkisizdi onun yerinde ben olsam beni öldürmelerini isterdim fakat Morgan ya gerçekten sevdiği kadın umurunda değil ya da gerçekten nefretini ve aşkını çok iyi saklıyor.
Ne yazık ki ihtimaller her zaman verdiğimiz orana göre çıkmıyor.Bazen öyle bir şey oluyor ki sanki dünya tersine dönüyor ve hiç beklemediğiniz bir şekilde karşınıza aynı duyguları farklı bir şekilde yansıtıyor.Bu anneninizin yaptığı yemeği size farklı şekillerde servis etmesi gibi bir şey aslında.Her ne kadar aynı tat da olsa da görünüş değiştiği zaman tadı bile farklı gelir insana.Morgan hakkında tek bildiğimiz efendimizin ondan nefret ettiğiydi.Onun nefret etmesi demek bizim de nefret etmemiz demekti.Biz onun kurulmuş robotları gibiydik,bize hükmettiği herşeyi yerine getirir onun emirlerinden dışarı çıkmazdık.Melinda onun eşi gibiydi çoğu zaman.Bir çok yerde onu temsil eder ve efendimizin yanında eşi gibi dururdu.Bundan şikayetçi değildim,Melinda'ya asla zarar gelmeyeceğine emindim..Melinda ile uzun zamandır ailemizi ziyarete gidemiyorduk.Bunun için kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki...
Annem çiçeklere hayrandı bahçemizde ölmeden önce bir çok çeşitte çiçek yetiştirmişti.Her ziyarete gittiğimizde ona sevdiği çiçeklerden bir demet yaptırırdık.Şimdi sadece onların resmiyle konuşabiliyordum.Şu sıralar durum daha farklıydı Morgan'ın burada olmasına seviniyordum.Resimlerle konuşmak bir yana Morgan sohbeti çok hoş bir adamdı onunla konuşmak beni rahatlatıyordu.
Benim hikayem buradan sonra başlıyordu.Morgan Mystery benim için bir dosttan çok kurtarıcı olacaktı.Kapana kısıldığım bu yerden bir an önce çıkmamı sağlayacaktı.Melinda'mı belki bir daha asla göremeyecektim ama buradan çıkma ihtimalimi düşünürsek Melinda'm ile evimize dönme ihtimalimiz çok yüksek sayılırdı.İnançlarımdan hiçbir zaman vazgeçmedim,düşündüklerimi hiçbir zaman zaman savunmaktan vazgeçmedim.Sadece bir süreliğine kapana kısılmışlığın verdiği korku ve endişeyle sustum durdum...
Şimdi konuşma vaktiydi.Onun kurduğu o dev orduya karşı gelebileceğimizi asla hayal bile edemezken olmuştu işte.Morgan sevdiği kadına kavuşmak için bir plan yapmıştı,planın tutmama ihtimalini düşünemiyorduk bile.Melinda'yı bu planın içine katamazdık her ne kadar bizim için çok iyi bir oyuncu olsa da onun güvenliği benim için önemliydi.Herkesin bahsettiği Morgan Mystery bu saraya azim ve gücü getirecekti.Benim yıllar önce içimde haps ettiğim duyguları canlandıracak ve beni tekrar eski Radon haline getirecekti.
Bunların hiç biri bu güne kadar katıldığım savaşlar gibi değildi.Bu sefer ölüm çok uzakta değildi aksine çok yakındaydı.Bu umurumuzda bile değildi tek düşündüğümüz bu krallığı bir an önce yıkıp yıllarda önce önümüze örülen duvarları birer birer aşmaktı.Bu bir savaştan çok fazlasıyla intikam ateşi içinde yanan bedenlerimiz alev alev sönmek bilmez bir yangını işaret ediyordu.Bu ateşi söndürecek tek mi çözüm yolu vardı o da ''İntikam.''dı...
"Korkuyordum, nefes almaktan korkuyordum. Çünkü her nefes alışım yüreğimi keskin bir kurşun misali delip geçiyordu."
Yalnızdım, hemde çok yalnızdım. Nefes alabilmek çok daha zor geliyordu bana. Her şey canımı acıtıyor, tek bir çift laf bile benliğimi yaralıyordu. Neydi bu? Nasıl bir şeydi? Neden gelir gelir de benim yaşamıma konardı? Canımdan parçaları kim söküp alıyordu benden böyle? Neler yapabilecektim, hiç bilemiyordum. Bildiğim tek şey canımdan kopan parçaları bulmak ve yeniden bedenime sabitlemekti. Yoksa canım yanar ve bedenim rüzgara eşlik ederdi. Ve rüzgar beni savurarak binlerce bilinmezliğe sürükleyebilirdi.
İnsan sevdiği insana öyle bağlanabiliyor ki kopamıyor hiçbir zaman. Nasıl veya ne gibi bir şekilde kopmayı göze alabilir ki? Bir çok hayal nasıl bir anda boğulmaya yüz tutabilir?Dudakların haykıramadığı bazı şeylerden neden hep yürek sorumludur? Zaten her şey o nefes kapıları yüzündendir. Her şeyi yüreğe yüklemeseler belki acı daha hissiz olur.
***
Beynim şok dalgalar içerisindeyken neler yapabileceğimi kestiremiyordum. Rino ile başlarda sataşmamalıydım belkide. Çünkü o da benimle aynı kaderden gibiydi. Mecburdu, bu çukurda debelenmeye mecburdu. Sesini çıkaramıyordu.
"-Özür dilerim, kabaydım." dedi aniden. Ona karşı yumuşamam gerektiğini hissettim.
"-Asıl ben özür dilerim, sende afedersin. O sinirle yaptıklarım böyle sonuçlar doğurdu maalesef ki."
"-Dert etme dostum, bizde aynı şeyleri yaşadık."
"-Nasıl yani?"
Hafifçe gülümsedi ve konuşmaya başladı.
"-Dinlemeyi ister misin?"
"-Elbette." dedim kavrulan yüreğimle.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Demir parmaklıklara yaslandım, o da aynı şekilde yaslandı. Yüzlerimizi görebiliyorduk. Simasını dikkatlice incelemeye koyuldum ve aslında yakışıklı olduğuna karar verdim. Düz sarı saçları, buz mavisi tonlarında gözleri ve kaslı vücudu... Kızlar kuyrukta bekliyorlar mıydı acaba?
"-Ben buraya çok önceden geldim Morgan. Baya uzun zaman oldu. Kız kardeşim vardı sadece. Ve onu kendi canımdan çok seviyorum. Çokta iyi anlaşıyoruz zaten. Ben 18 yaşımdayken annem ve babamı bir trafik kazasında kaybettik ve ben hayatımı tamamiyle kız kardeşim Melina'ya odaklandırmıştım. Daha 14 yaşındaydı ve genç kız oluyordu. Çok güzeldi ve alımı muhteşemdi. "
Hafifçe boğazını temizlediğini hissettim. Bakışları hafifçe sislenmişti sanki. Yerinde kıpırdandı, bacaklarını kendine doğru çekti ve kollarıyla destekledi.
"-Ona karşı çok korumacıydım. Bir gün evde otururken aniden elektrikler kesildi. Çok kısa bir süre boğucu bir sessizlik oldu. Melina'yı kollarımın arasına aldım ve başını omzumda hissettim. Korkmaması için yumuşak sözler söylerken bir anda Melinda'da başını omzumdan kaldırdı ve sanki karanlık onu yutmuştu. Ortalıkta yoktu, onu göremiyordum. Birden Melinda'nın çığlık attığını duydum. Karanlıkta görebildiğim sadece bembeyaz, bana uzanmış elleriydi. O ellere ulaşmaya çalışırken enseme bir şey battı ve aynı şey kız kardeşime de oluyor gibiydi. Ve bizde gözlerimizi bu zindanda açtık. Bizim tek farkımız o zamanlarda orduyu genişletiyor olduklarıydı. Yoksa bir meselemiz, soyumuzdan gelen bir intikam yoktu. Ve efendimiz bize şaşılacak derecede iyi davranmıştı. Ve o şimdi Melinda ile kızı gibi ilgileniyor."
Ürkütücü ve bir bakıma da şaşılası bir durumdu. Dudaklarım hafifçe, benden istemsiz olarak aralandı.
"-Efendinizden hiç mi nefret etmediniz?"
"-Ettik, etmez olur muyuz? Onu hep suçladık, canımızı bizden aldığı için ona karşı çıkmaya yüz tuttuk. Ama nafile sonuçlar doğuruyordu tüm yaptıklarımız. Hele Melinda... Başlarda kendisi için değil, ama benim için o kadar nefret etti ki efendimizden, ona yumruk attığını bile hatırlıyorum. Ama efendimiz buna karşı gelmedi, Melinda'ya hiçbir şey söylemedi. Çünkü onda başka bir şeyler olduğunu biliyordu, hissediyordu bunu. Ki öyle de oldu."
"-Melinda'yı farklı kılan neydi ki?"
"-Zekiydi, bu çevredeki herkesten çok çok zekiydi. Düşmanın planlarını bilebiliyor, yapacakları hamleleri yakından takip edebiliyordu. Nasıl yaptığını ilk başlarda anlayamamıştık ama efendimiz bunu sezmişti. Karşısındaki insana farklı hissettirebiliyor. Her şeyi itiraf ettirebiliyor yani. Söylemekten sakındığın her şeyi. Ve onun bu özelliği, efendimizi bir bakıma yüceltti. Melinda bu özelliğini kalıplaşmış kişilere uygulayamıyor ama düşman tarafından, ya da efendimize karşı olan bir saldırıda bu özelliğini işleve sokabiliyor. O özel bir güce sahip. Fakat efendimiz izin verdiği müddetçe bu özelliğini kullanabiliyor. Bir bakıma ipler efendimizin elinde. Melinda dönüştükten sonra bu özelliğe sahip olabildi. Zaten biz bu yüzden dönüştük."
Sustuğunda şaşkın şaşkın baktım Rino'ya. Bakışlarımdan etki almış olacak ki kahkahayı patlatıverdi.
"-Bakma öyle. Yakında sende bizden biri olacaksın."
"-Nasıl olacak bu? Ben, ben istemiyorum."
"-Bu senin elinde değil Morgan."
Kafam karışmış bir şekilde;
"-Nasıl gerçekleşecek bu peki?" diye sordum."
"-Kutsal kadehin cam parçası ile. Ensende hissedeceksin. Yakıcak, ama emin ol ki geçiyor." Yüzünde değişik bir çarpık gülüşün belirdiğini dikkatlica sezmiştim.
"-Ben ormanda buna benzer bir şey yaşamıştım."
"-Doğrudur. Bunu Mystery soyundan olup olmadığına emin olmak için yapmışlardır. Üzgünüm, son insanlık zamanların."
"-Şu saatten sonra ha yaratığım, ha insanım, ha ölüyüm. Fark etmeyecek."
"-Zor olduğu biliyorum ama alışırsın. Montaküs olmak ayrıcalıktır dostum."
"-Montaküs?" dedim merak içerisinde. Dönüşümüm gerçekleştikten sonra bende bir Montaküs mü olacaktım? Anlamaya çalışıyordum ama galiba beceremeyecektim.
Rino yüzüme ağır ağır baktı. Nasıl bir bakıştı bu böyle?
"-Hey! Bakma öyle. İçim gıdıklanıyor."
Alay eder gibi gülümsedi ve yüzünü yere dikti.
"-Benim özelliğim de bu. Huzursuz etmek. Dikkatli ol dostum!"
"-Yoo, sakın huzurumu bozma, zaten yeterince bozuk."
"-Anlıyorum, tamam bir şey yok. Sakin ol."
"-Olamıyorum Rino. Neler olduğunu anlayamıyorum. Hiç anlayamıyorum hemde. Efendiniz iyi biri mi değil mi, çözemiyorum. Benim açımdan asla iyi biri değil, yaşadığım sürece, bir Montaküs olacak olsam bile ona asla iyi duygular besleyemem. Çünkü o beni yaşama bağlayan gücü öyle bir aldı ki, nefrete hapsolmuş gibiyim. Kurtulamıyorum. Beynim, yüreğime uymuyor bir türlü. Ölmek istiyorum bende, hadi öldür beni. Yap bunu lütfen, lütfen yap!"
Şaşkın şaşkın, hatta birazda telaşla yüzüme baktı. Buz mavisi gözlerini bana dikti ve içim tekrardan gıdıklandı. Ama bu sefer hafifliyordum sanki. Bir şey içimdeki tüm sıkıntıları söküp aldı. Bir anda yere huzurluca eğildiğimi hatırlıyorum. Bu gerçekten mükemmel bir etkiydi. Hep böyle yaşayabilirdim, of demezdim. Çünkü huzurluydum, tek düşündüğüm kendimdi. Samantha zihnimde kalmış en belirgin noktaydı, ama acıyla hatırlamıyordum onu. Çünkü bir şey içimden sıkıntı denilen o laneti söküp almıştı. Rahatlıkla Rino'ya yattığım yerden bakışlarımı yönelttim. Göz kırptı bana.
"-Huzursuz edebildiğim kadar rahatlatabildiğimi de söylemiş miydim?" dedi sırıtarak.
"-Benden gizlediğin kim bilir ne çok şeyin vardır Rino."
"-Daha neler öğreneceksin bir bilsen, şimdiden içini karartmak istemiyorum. O yüzden susma hakkımı kullanmak istiyorum. Müsaden var mı Bay Mystery?"
Yüzüm ilk defa dudaklarıma uyup, gülümseme ifadesine bürünmüştü. Huzur ne kadar da güzeldi böyle.
"-Müsade sizin Bay Consers."
Başını gülerek salladı ve o da tuttuğu parmaklıkları bıraktı.
"-Bu sana iyi hissettirecek dostum. İhtiyacın olduğunda merdivenlerin solundaki odadayım. Ne yazık ki yine şarkı söylemek zorundasın, çünkü parmaklıklar geçmene izin vermez."
"-Peki ya sen?" dedim durgun durgun.
"-Kafamı keserler. Hey! Sen Montaküs yaratıklarına yem mi olmamı istiyorsun?"
"-Aoov tamam susuyorum dostum. Sen orda kal."
Kıkırdadığına yemin edebilirdim.
"-Ben hep burda kalıyorum. Taa ne zamandır. "
"-Sabretmek zor öyle değil mi?"
Derin bir iç çekti ve ekledi;
"-Tahmin edemeyeceğin kadar..."
Uyumuştum sanki. Öyle huzurluydum ki. Bu durum daha sonraları beni sıkar mıydı bilemiyorum ama şuan için gerçekten mutlu olduğumu hissediyorum. Sanki kaldığım yer bir zindan değil, sarayın ta kendisiydi. Bu şekilde ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum.
İnce bir kadın sesi bulunduğumuz yere hakim olunca anca o zaman gözlerimi açabildim. Huzur, içime o kadar derin işlemişti ki bir şekilde anlam gücüm ortadan kalkmıştı.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"-Rino, neredesin?" diyen ince ses kulaklarıma ulaştığında merdivenlerin ötesindeki silik bedeni görebildim. Topuklu ayakkabıların betonda çıkardığı ses tüylerimi ürpertti.
"-Buradayım Melinda, gel." diye karşılık verdi Rino. Huzurlu olan iç sesimle bunları duyuyordum. Bir bakıma sersem gibiydim. Gözlerimi tekrardan kırpıştırdım ve bulanıklığı gözümün önünden atmayı denedim, başardım da. Bakışlarımı tekrar merdivenlere çevirdim. Melinda'yı şimdi daha net görebiliyordum.
Neredeyse bacaklarına kadar uzanan upuzun saçları, Rino gibi masmavi gözleri vardı. Boyunun benden uzun olma ihtimalinin yüksek olduğuna emindim. Bakışları parmaklıkların arkasında kalan bana odaklandığında başımla selam vermekle yetindim.
"-Mystery ha!" dedi ukala bir ses tonuyla.
"-Morgan daha doğru olur sanki."
Yüzüne ufacık bir gülücük yerleştirmişti.
"-Ah elbette, merhaba Morgan. Bende Melinda." Şimdide çok dostane bir tavırdaydı. Şaka mı yapıyordu, yoksa oyun mu oynuyordu? Anlam veremeyerek Melinda’yı tekrardan inceledim. Ama bir anda içimden tekrardan bir şey koptu ve yüreğim sızladı.
“-Kusura bakma dostum, bunu yapmak zorundayım. Gitmeliyim.”
Başımı acıyla salladım ve kendimi zindanın en derin köşelerine sürükledim. Başımı hiddetle yere çarptım ve beynimin zonkladığını acı dolu haykırışlarımla hissettim. Şimdi susmam gerekiyordu ve ben susup acımla baş başa kalıcaktım.
Nasıl bir duyguydu bu böyle? İnsan neden sürekli acı çekmeye mahkum kalabiliyordu? Neden can damarımı yok etmişlerdi? Ve neden ben Rino’nun desteğiyle ayakta kalıp Samantha’yı düşünmemiştim? Belki de ondan bunu hep istemeliydim. Çünkü acıyla baş edebilecek başka yolum yoktu.
**
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Rino Consers...
Herşey o kadar geçmişte kalmıştı ki benim için hatırlamakta bile güçlük çektiğim anılara sahiptim. Bazen şu an olduğum durumum için şükrederken, daha kötüsünün de olabileceğini düşünürken bazen de içimde ki nefrete hakim olamayarak lanet okuyordum. İşin en iyi tarafı kardeşim Melinda'nın gözümün önünde olmasıydı. Ondan uzakta değildim, onun yakınında da değildim. Sadece onun iyi ve mutlu olduğunu bilmek bana yetiyordu.Bu güne kadar olabildiğim kadarıyla hep yanında olmaya çalıştım.Büyüdükçe,aramızda artan yaş farkının problem olduğunu düşünmeden edemiyordum.Melinda çok güzel bir kız olmuştu,yaşam ondan aldığı her şeyi güzelliğiyle ödüyordu sanki.Yüz hatları o kadar narindi ki çoğu zaman ona dokunmaya korkar olurdum.Kırılması o kadar kolaydı ki onun canının acıdığı her an benim canım ondan bin kat acırdı sanki.Onun acısının yanında benim ki bir hiç olur ve çoğu zaman gülümsemekle yetinir, hiçbir şey yokmuş gibi davranırdım.Buna alışmıştım zamanla. Melinda'nın mutluluğununu gördüğüm her an derin bir iç çeker,aileme verdiğim sözü hatırlardım.
Bizim için yeni bir yaşam o gecenin karanlığıyla aydınlanmıştı.Şimdi düştüğümüz karanlıktan çıkmak için çabalayıp duruyorduk.Belki eskisi gibi olmayacaktık,ama bir köle olarak daha ne kadar nefes alabilirdim ki...Daha ne kadar Melinda'yı biricik kardeşimin güvenliğini yıllardır tanıdığım fakat ona aslında sokakta ki yabancıdan bile daha yabancı olduğum birine emanet edebilirdim ki?Daha ne kadar burada yaşamaya katlanabilirdim?
O gece herhangi bir gece değildi.Bunu anlamamız çok uzun sürmemişti.Bizim için asıl alışması gereken zorluklar o anda başlıyordu.Hiçbir şey bilmeden sadece iliklerimize kadar işleyen korkunun esiri olmuştuk. Melinda o akşam benimle birlikte uyumak istemişti.Ailemizin kaybından beri oldukça korkak biri haline gelmişti. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ve kızgın bir şekilde çakan şimşek onu korkutuyordu.Ailemizden bize kalan evimizde oturuyorduk bu soğuk kış gününde.Her şey olağan bir şekilde normaldi.Melinda ile birlikte televizyonda belki de binlerce kez gösterilen sinema filmini tekrardan izliyorduk.Her seferinde aynı zevkle izliyordu Melinda. Onun yüzünün gülmesi beni mutlu etmeye yetiyordu.Durumumuz babamızdan kalan miras sayesinde bizi idare ediyordu.Bu konuda Melinda'ya sıkıntı yaşatmıyordum.Okulunun bitmesine sayılı günler vardı hep bir doktor olacağını söyler dururdu.Küçükken bana zorla oynattırdığı doktorculuk oyununu unutmam mümkün değil.Onun bir an önce hayallerine kavuşabilmesi için elimden gelenin en iyisini yaptım her zaman.
Melinda filme o kadar dalmış ki beline kadar gelen saçlarını ördüğümü farkında bile değildi.Melinda'nın saçlarıyla oynamayı hep sevmişimdir.Uzun ve yumuşacık olması bana terapi gibi gelirdi her zaman.
''Rino,inanamıyorum şuna bak ne kadar da kısa sürdü!''dedi gözlerini dikmiş ekrana bakarken.Gözlerimi ekrana çevirdiğimde belki de binlerce kez gördüğüm filmin finalini izliyordum.''Melinda bu filmi binlerce kez izledik ve sen neredeyse her repliğini ezberledin.''dedim gözlerimi devirerek.'
''Rino,seninle bu konuda tartışmayacağım. Duygusuz bir erkek olarak benim içimde kopan fırtınaları anlamaman çok normal.''dedi saçlarını arkaya atarak.Yüksek sesle güldüm.Ördüğüm saçlarını bırakarak onu kucağıma aldım.''Bak sen küçük hanım büyümüşte içinde kopan fırtınalardan bahsediyor!''dedim yanağından öperek.Biz şakalaşmaya dalmışken aniden gelen sesle elektirikler kesildi.Melinda ve ben kısa süreliğine birbirimize baktık.Bu olağan bir durum değildi, çok fırtınalı zamanlarda olurdu ancak.Melinda'yı korkutmak istemiyordum. Onu serin kanlı hareketlerle koltuğa bıraktım.
''Burada bekle Melinda'm sigortayı kontrol etmem gerek.''dedim alçak ses tonumla.Sigortaya baktığımda hiçbiri atmamıştı.Teker teker indirip tekrar yukarı kaldırdığımda elektirikler gelmedi.Melinda daha fazla korkmadan yanına döndüm.
''Melinda'm sigortada hiçbir problem yok şimdi mum yakacağım ve birazdan elektirikler gelecek tamam mı?''Serin kanlılığımı koruyarak gülümsedim ve saçını okşadım.Melinda korku dolu gözlerle başını salladı.
Mutfakta ki bir kutudan son kalan bir mum bulduğum için şükrettim.Mutfak tezgahının üzerinden çakmağı aldım ve mumu elimde tutarak koltuğa oturdum.Mumu Melinda'nın herhangi bir ihtimale karşı aldığı mum tabağına bıraktım.Melinda bu ev için her ne kadar gereksiz alışverişlerde bulunsa da bazen gerçekten çok işe yarıyordu.Melinda sessizdi, onun bu sessizliği beni tedirgin ediyordu.Başını omzuma koydu ve derin bir iç çekti.Tedirgin olduğuna emindim. Onu ne kadar sakinleştirmeye çalışsam da bu mümkün olmayacaktı.Korkularını yenmesi o kadar zordu ki bu güne kadar bunu hiç başaramamıştık bile.Melinda'nın saçlarına ufak bir öpücük kondurdum.
''Korkulacak bir şey yok Melinda'm sadece elektirikler kesildi birazdan gelecektir.''Gülümsedim ellerimi saçlarında gezdirirken.Bu benim son içten gülümsemem olmuştu.Melinda kollarımdan bir toz bulutu gibi uçup gitmişti.Etraf olduğundan daha karanlıktı sanki...Şuhursuzca bağırdım..
''Melinda!Melinda'm?Neredesin!''Melinda'nın çığlığı kulaklarımı doldurduğunda bende onunla birlikte çığlık attım.Görünmeyen kötü bir canavar bizi ele geçirmiş gibiydi.Elleri bana uzanıyordu,ellerini tutup ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum ama ne yazık ki ellerine ulaşmak istediğim her saniye benim için yok oluyordu.''Melinda!''diye haykırdı titrek dudaklarım.Haykırmalarım boşlukta yankılanıyor ve bana hiçbir şey kazandırmıyordu.Melinda'mı bir daha hiç o kadar yakından sevemedim...Melinda'mı bir daha asla bağırama basamadım.Bizim için yeni bir masal başlıyordu veya yeni bir kabus daha.
Melinda'yı benden almışlardı onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum.Onun bir yerlerde nefes aldığını bilmek içimi rahatlatacaktı.Eğer ikimizden birini istiyorlarsa bu ben olacaktım Melinda değil.Titrek kollarımı,hiç tanımadığım iki züppe görünüşlü adam tutuyordu.Ben Melinda'nın adını haykırdıkça anlamsız bir şekilde kahkaha atıyorlardı.''Beni nereye götürüyorsunuz?Bizi rahat bırakın!''dedim yüksek sesle bağırarak.O anda daha önce hiç görmediğim bir yere gelmiştim.Bir saray değildi,olamazdı çünkü saray olamayacak kadar büyüktü.Bu dağın eteklerine kurulmuş bir krallığı andırıyordu bana.İsmini bilmediğim bu krallığa neden geldiğimi de bilmiyordum.Tek bildiğim buranın benim mezarım olacağıydı.Beni o huzursuz edici derecede uzun olan koridorda sürüklemişlerdi.En ufak bir ışık barındırmıyorlardı.Ben bile önümü göremezken onların nasıl gördüğüne akıl erdirememiştim.
''Buyrun efendim Rino denen sefil bu!''Bana sefil diyen adama baktığımda ben onun yanında çok daha zengin duruyordum.Bana ettiği hakaret beni rahatsız etmemişti.Sadece bu adamların kim olduğunu merak ediyordum.Başımı yukarı kaldırdığımda bir çift göz,gözlerini dikmiş bana bakıyordu.Yerinden kalktı usulca yüz ifadesinde olmaması gereken gereksiz bir gülümseme vardı.Topuklarından çıkan sesler sinir bozucuydu.Gözlerimi yumdum sıkıcana.Yerimden kalkmaya gücüm bile yoktu.Bu durum karşısında sadece kendime acıyabilirdim.Şu an için idam edilmek bile Melinda'ya zarar gelmesi düşüncesinden çok acıtmıyordu.
Yanıma geldiğinde irkildim ve gözlerimi açtım tıpkı bir atmaca gibi tehlikeyi sezmiş hissediyordum kendimi.Gülümsemesini değiştirmeyerek önümde yavaşça diz kırdı.İşte o an damarlarımda dolaşan kan daha hızlı ve güçlü akmaya başlamıştı.''Rino...''adımı fısıldadı o çirkin dudaklarıyla.Eminim benden istediği şey canım değildi benden istediği şey onun yararına olacaktı.Belki de beni bu krallık için köle yapacaktı.Belki de beni şu an öldürecek ve hayvanlarına yem edecekti.''Seni ne kadar uzun süredir aradığımı tahmin bile edemezsin.''Beni tanıyor olması çok daha fazla korkmama neden olmuştu.Beni tanıması demek Melinda'yı da tanıması demekti.Belki de eski bir aile dostumuzdu.Bu ne kadar uzak bir ihtimal de olsa bir şekilde sakinleşmem gerekti.
''Melinda...Kız kardeşim o nerede?Ona ne yaptınız!''dedim sesimin tonuna engel olamayarak.Ellerini havaya kaldırdı ve ağır hareketlerle beni alkışladı.''Taktir edilebilir bir cesaret...''Gözlerini kıstı.''Ölüm senin için bu kadar yakınken tek düşündüğün şey Melinda'mı?''
''İnan bana,bana ne yapacağın umurumda bile değildi.Melinda'ya dokunma yeter''dedim başımı kaldırarak.Bu tavrım onu rahatsız etmişti kaşlarını çattı.''Bana emir verme yetkisine sahip değilsin sen!Canım ne isterse onu yaparım!''Dudaklarından çıkan ses eminim ki tüm krallığa ulaşmıştı.Başımı öne eğdim ve artık konuşmaya bile gücüm olmadığı için sadece sustum.''Melinda'ya ne olacağına şu an için karar vermedim tek söyleyebileceğim onu veya seni öldürmeyeceğim.''Uzun bir duraksama geçirdi ardından o ukala gülümsemesi tekrar yerine geldiğinde...''Ölmekten beter edeceğim sizi.''dedi ve tamamen sustu.
İşte o an artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım.Melinda'nın ve benim canım tehlikedeydi.Aileme verdiğim sözü tam olarak daha tutamamıştım bile...Onlara ölmeden önce Melinda'yı koruyacağıma dair söz vermiştim.Melinda'nın iyi olması bile bana yetiyordu.En azından bunu tanımadığım kötü adama karşı minnet duyuyordum Melinda'ma zarar vermeyeceği için.
Bazen burada olmanın verdiği tutsaklık duygusu çok ağır basıyordu.Melinda'da mı doğru düzgün göremiyordum bile.Melinda o kadar farklı bir kızdı ki onda ki gizemi herkes farketmişti.Melinda'nın sahip olduğunu güzellik ve her bir güç kralımızın işine yarıyordu.Melinda'yı sevdiğine emindim.Belki de onu sırf güçleri için seviyordu fakat bu neyi değiştirirdi ki onun güvende olduğunu bilmek bana yetiyordu.Onun kadar rahat bir hayat süremiyordum.
Benim olduğum durumda çokta kötü sayılmazdı.Şükretmesini öğrenmiştim bundan daha kötü bir durumda da olabilirdim.Belki de hiçbir nedeni olmadan ölebilirdim...Asıl önemlisi hiçbir nedeni olmadan Melinda'm da benimle birlikte ölebilirdi.Burada her şey kusursuz işliyordu ta ki Morgan Mystery denen o adam gelene kadar.Bir süre boyunca sadece bize onunla ilgili şeyler söylendi.Morgan'ı aramıza almamamız gerektiği söylendi durdu...Hepimiz özellikle de ben Morgan'a olan nefretinin nedeni hakkında merak duymaya başlamıştık.Morgan'ın gelmesini dört gözle bekliyorduk.Normalde buraya gelen herkese saygı gösteririz fakat Morgan'da anlayamadığımız bir güç vardı bunun ne olduğunu anlamak zor değildi hele benim gibi biri canını bir kız için feda etmiş olan biri...O da aynısı yapmıştı aslında sevdiği kadını kurtarmak için buraya sürgün edilmişti.Morgan'ı ilk gördüğümde onun masum olduğunu ayırt edemedim çünkü gözlerinde olan nefret sadece yenilmiş birinde olabilirdi ve asla yenilgiyi kabul edemeyecek birinin.
Morgan bana olan biten herşeyi anlatmadan önce ben ilk ağızdan öğrenmiştim.Sevdiği kadın gözleri önünde can vermişti.Kendisi ise ne olacağından habersiz buraya gelmişti.Sanırım bahsettiğim daha kötüsünün olabileceğini söylediğim durum buydu.Melinda'nın ölme ihtimali bile beni öldüğünde duyacağım acı kadar acıtmaya yetiyordu aslında.Sadece öğrenmek istediğim neden Morgan bu kadar tepkisizdi onun yerinde ben olsam beni öldürmelerini isterdim fakat Morgan ya gerçekten sevdiği kadın umurunda değil ya da gerçekten nefretini ve aşkını çok iyi saklıyor.
Ne yazık ki ihtimaller her zaman verdiğimiz orana göre çıkmıyor.Bazen öyle bir şey oluyor ki sanki dünya tersine dönüyor ve hiç beklemediğiniz bir şekilde karşınıza aynı duyguları farklı bir şekilde yansıtıyor.Bu anneninizin yaptığı yemeği size farklı şekillerde servis etmesi gibi bir şey aslında.Her ne kadar aynı tat da olsa da görünüş değiştiği zaman tadı bile farklı gelir insana.Morgan hakkında tek bildiğimiz efendimizin ondan nefret ettiğiydi.Onun nefret etmesi demek bizim de nefret etmemiz demekti.Biz onun kurulmuş robotları gibiydik,bize hükmettiği herşeyi yerine getirir onun emirlerinden dışarı çıkmazdık.Melinda onun eşi gibiydi çoğu zaman.Bir çok yerde onu temsil eder ve efendimizin yanında eşi gibi dururdu.Bundan şikayetçi değildim,Melinda'ya asla zarar gelmeyeceğine emindim..Melinda ile uzun zamandır ailemizi ziyarete gidemiyorduk.Bunun için kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki...
Annem çiçeklere hayrandı bahçemizde ölmeden önce bir çok çeşitte çiçek yetiştirmişti.Her ziyarete gittiğimizde ona sevdiği çiçeklerden bir demet yaptırırdık.Şimdi sadece onların resmiyle konuşabiliyordum.Şu sıralar durum daha farklıydı Morgan'ın burada olmasına seviniyordum.Resimlerle konuşmak bir yana Morgan sohbeti çok hoş bir adamdı onunla konuşmak beni rahatlatıyordu.
Benim hikayem buradan sonra başlıyordu.Morgan Mystery benim için bir dosttan çok kurtarıcı olacaktı.Kapana kısıldığım bu yerden bir an önce çıkmamı sağlayacaktı.Melinda'mı belki bir daha asla göremeyecektim ama buradan çıkma ihtimalimi düşünürsek Melinda'm ile evimize dönme ihtimalimiz çok yüksek sayılırdı.İnançlarımdan hiçbir zaman vazgeçmedim,düşündüklerimi hiçbir zaman zaman savunmaktan vazgeçmedim.Sadece bir süreliğine kapana kısılmışlığın verdiği korku ve endişeyle sustum durdum...
Şimdi konuşma vaktiydi.Onun kurduğu o dev orduya karşı gelebileceğimizi asla hayal bile edemezken olmuştu işte.Morgan sevdiği kadına kavuşmak için bir plan yapmıştı,planın tutmama ihtimalini düşünemiyorduk bile.Melinda'yı bu planın içine katamazdık her ne kadar bizim için çok iyi bir oyuncu olsa da onun güvenliği benim için önemliydi.Herkesin bahsettiği Morgan Mystery bu saraya azim ve gücü getirecekti.Benim yıllar önce içimde haps ettiğim duyguları canlandıracak ve beni tekrar eski Radon haline getirecekti.
Bunların hiç biri bu güne kadar katıldığım savaşlar gibi değildi.Bu sefer ölüm çok uzakta değildi aksine çok yakındaydı.Bu umurumuzda bile değildi tek düşündüğümüz bu krallığı bir an önce yıkıp yıllarda önce önümüze örülen duvarları birer birer aşmaktı.Bu bir savaştan çok fazlasıyla intikam ateşi içinde yanan bedenlerimiz alev alev sönmek bilmez bir yangını işaret ediyordu.Bu ateşi söndürecek tek mi çözüm yolu vardı o da ''İntikam.''dı...
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Çok güzeldi kızlar ellerinize sağlık :)
RobSten- Yenidoğan
- Mesaj Sayısı : 262
Puan : 264
Kayıt tarihi : 04/01/11
Yaş : 31
Nerden : izmir
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Hikayeye yorumdan önce resimlere yorum yapmak istiyorum Aragorn'um ve Legolas'ım çok uyumlu olmuş karakterlerle, harika seçim yani kızlar Bölüm çok güzeldi yine. Heyecanım giderek artıyor. Neler olacağını çok merak ediyorum gittikçe. Ellerinize sağlık (:
sunshine- Vejeteryan
- Mesaj Sayısı : 721
Puan : 748
Kayıt tarihi : 05/01/11
Yaş : 26
Nerden : Jace&Dimitri
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Bircan ablacım, zamanını ayırdığın için çok sağol. :) Beğenmene çok sevindik.
Bernacım, zamanını ayırdığın için çok sağol. Karakterleri beğenmen bizi çok sevindirdi. Bölümümüzün konusu açısından, yazdığımız bölümlere uygunluk bakımından bu karakterleri mevcut olan resimleriyle kullanabileceğimizi düşündük ve bu yüzden karar verdik. :) Beğenmene çok sevindik. Çok teşekkür ederiz canım benim.
Bernacım, zamanını ayırdığın için çok sağol. Karakterleri beğenmen bizi çok sevindirdi. Bölümümüzün konusu açısından, yazdığımız bölümlere uygunluk bakımından bu karakterleri mevcut olan resimleriyle kullanabileceğimizi düşündük ve bu yüzden karar verdik. :) Beğenmene çok sevindik. Çok teşekkür ederiz canım benim.
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
RobSten demiş ki:Çok güzeldi kızlar ellerinize sağlık :)
Teşekkür ederiz ablacım :)
rens-peri- Vejeteryan
- Mesaj Sayısı : 700
Puan : 935
Kayıt tarihi : 12/01/11
Yaş : 27
Nerden : İstanbul
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
sunshine demiş ki:Hikayeye yorumdan önce resimlere yorum yapmak istiyorum Aragorn'um ve Legolas'ım çok uyumlu olmuş karakterlerle, harika seçim yani kızlar Bölüm çok güzeldi yine. Heyecanım giderek artıyor. Neler olacağını çok merak ediyorum gittikçe. Ellerinize sağlık (:
Berna'm karakterleri beğenmene çok sevindik :) Okuyan gözlerine yorum yazan ellerine sağlık. :) Umarım gelecek bölümlerinde beğenirsin :)
rens-peri- Vejeteryan
- Mesaj Sayısı : 700
Puan : 935
Kayıt tarihi : 12/01/11
Yaş : 27
Nerden : İstanbul
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Özlemek çok farklı bir duygu aslında. Nasıl hissettiğini kavrayamıyor insan. İçine düşen kor gibi alevi avuçlayıp atamıyor. Nefes alırken sayıklıyor çoğu şeyi. Bırakma ellerimi, özlemine dayanamam demekte yetmiyor çoğu zaman. Çünkü hazırlıkta olan bir gidiş durdurak bilmiyor."
Rino'yu huzur açısından arar olmuştum. İçimdeki acı öyle dayanılmaz bir hal almıştı ki kontrol altına alamıyordum zihnimi. Başım delicesine zonkluyor, kalbim göğüs kafesimi delercesine atıyordu. Çaresizliğime yalnızlıkta eklenince daha bir çekilmez oluyordu. Gözlerim alev alev yanarken, göz yaşlarım sel olmaya mahkummuşçasına izinsiz akıyordu. Mahkumlardı, ama demir parmaklıkları yoktu. Zaten gözyaşlarını özgür kılan da bu değil miydi?
Kollarımı hissetmiyordum. Kayalığa öyle bir indirmiştim ki çatırdadığına yemin edebilirdim. İçimi en çok acıtan özlem ve intikam korkusuydu. Ben Samantha'sız ne yapacaktım? Onun o güzel gözlerine bakmadan, saçlarının güzel kokusunu nefesim bellemeden nasıl duracaktım? Peki ya yüreğim? Onsuz yeni baştan atabilecek miydi?
Sırtımı sert duvara hızlıca çaldım ve acı iliklerime doğru emeklemeye başladı. İçim kavrulurcasına haykırdım ve kor alevi zindandan dışarı, özgür bırakmaya çalıştım. Ne yazık ki yapamadım. Benim demir parmaklıklarım vardı.
Boğazımı işaret parmağım ile elledim ve yandığını hissettim. Yutkundukça parmağıma değen alev sıtma olmuş gibi titrememe sebep oldu. Dişlerim birbirine vuruyor, vücudum amansızca titriyordu. Bir şekilde durmalıydı, yoksa bilincimi kaybedebilirdim. Üşüyordum, zihnim de bununla beraber donuyordu sanki. Acınacak halde olan ruhuma ve bedenime kollarımı sıkıca doladım ve ısınmaya çalıştım. Vücudum titremeyi bırakana dek bu şekilde durdum.
Acı çekmek ne kadar korkutucu bir şeydi böyle? Seni hep esir alan ama zamansız gelen en kötü duygulardan. Kaçarken kovalanmaktan korkan bilincim en ıssız yerlere yerleşmişti şimdi. Onu çıkarmaya uğraşacak olursam düşünme yetimi kaybedecektim. Durmalıydım ve beklemeye boyun eğmeliydim. Böyle bir acı seni esir alırsa korkmaya yemin içmiş oluyor insan. Ya esirliğe yenik düşüp savunmaya geçemezsem? İşte o zaman bitişim olarak kalır, kalır ve kalırdım.
Zihnimin oyunları beni ürkütse de çıkış yoluna, görünmese de ışık tutmalıydım. Rahatlamalı ve Samantha'ma bir şekilde ulaşmalıydım. Peki bunu nasıl becerecektim? Kırık kollarım ve hissizleşen bedenimle mi? Ah, yoksa boş boş oturarak mı? Her ikisi de birbirinden mantıksız yargılamalardı. Gözyaşlarımla sele dönüşmüş olan küçük çukura elimi uzatmaya çalıştığımda inlemiş olmam her şeyi açıklıyordu aslında.
Morgan Mystery ne mi yapmalıydı? Kendini toparlamalı ve zihnini berrak tutmalıydı. Samantha'ya bir şey olmamıştı, bunu bilmeli ve uygunca hareket etmeliydim. Eğer nefes alıyorsam, hala bir umut var demektir. Neden kırayım ki filizlenen umutlarımı ve hayallerimi? İşte bu anda içimin delicesine ürpermesine şahit oldum. Samantha ile kurduğumuz hayaller gözümün önüne geldikçe yüreğim milyonlarca kurşunla delinip geçiyordu sanki. Bu gerçekten çok kötü hissettiriyordu.
Ve ilk adımı atmaya başlamalıydım. Şu kırık bedenim onarılmak için can atıyordu. Çünkü bu her şeyin ilk adımıydı. Başımı çıkışa doğru çevirdiğimde demir parmaklıklardan uzaklaştığımı farkettim. Sürüne sürüne oraya vardığımda "Rino!" diye bağırdım. Hafif kıpırdanmalar hissettim ama gelen Rino değil Melinda olmuştu. Buz mavisi gözlerini üzerime dikti ve konuştu.
"-Bir şey mi oldu Morgan?"
"-Onarılmaya ihtiyacım var." dedim iniltilerimin arasından.
Hissizce beni baştan aşağı inceledi ve gözlerini bir anda kapattı. Ellerini saçlarının arasına gizledi ve bir müddet böyle kaldı. Gözlerini açtığında gülümsüyordu.
"-Efendimizden onaylısın Mystery."
"-Anlamadım? Merdivenleri çıkıp, daha sonra uzun koridorlardan yürüyüp ona ulaşman gerekmiyor muydu?"
Alayla tısladı.
"-Gücün varsa kullanmalısın. Boşuna Montaküs değiliz. Sende bir Montaküs olunca anlarsın."
Montaküs olmanın canı cehenneme diye içimden küfretmeye başlamışken Melinda hiç beklenmedik bir anda Rino'ya bağırdı.
"-Rino! Uyumayı kes lütfen. Dostunun sana ihtiyacı var."
Rino bu sözlerden sonra anında merdivenlerin başında belirdi.
"-Melinda? Burda neler oluyor?"
Sonra yanımıza ulaştı ve bana hiddetle baktı.
"-Hey! Son bıraktığımda sapasağlamdın. Melinda mı seni halletti yoksa?"
"-Ah, hayır. Her şeyi ben yaptım."
"-Bunu kendine yapmak için aptal olmalısın Morgan."
"-Şu durumda akıllı olduğumu kim söyledi?"
Başını yana doğru salladı. Sırıttığına emindim çünkü gamzeleri görünüyordu. Sağlıklı olsaydım kollarım ve ellerimle bir cevap verebilirdim ama sonuçta bu şu şuan için uygun değildi.
Rino daha sonra Melinda'ya döndü ve:
"-Onay?" diye vurguladı.
Başını hafifçe salladı ve adımlarını geriye doğru yönlendirdi. Rino'nun sağ arkasında duruyordu. Rino'yu şuan için göremiyordum çünkü demir parmaklıkların yanındaki duvarın önünde bir şeyler yapıyordu. Hareket eden kolu görüş alanımdaydı. O anda demir parmaklıklar birden ortadan kalktı. Bakışlarım Rino'yu buldu. Bana doğru hareket ediyordu.
"-Gel bakalım." dedi ve beni kaldırmaya yeltendi.
"-Yo, yoo. Ben kendim yürüyebilirim."
"-Saçmalamayı keser misin lütfen? Şu haline bak. Ölecek gibisin."
"-Ölmek için çok gencim Rino. O da öyleydi."
Bakışları birden donuklaştı.
"-Anlıyorum dostum. Ama eğer gülmek istemiyorsan seni taşımama izin vermelisin."
Sessiz kalışımı fırsat bilerek beni hızlıca sırtına bindirdi. Canım yanmıştı ama sıkıyordum dişlerimi. Sıkmalıydım ki başlangıca ulaşabileyim.
Hızlıca merdivenleri çıktık ve ben tam o sırada yoğunışık etkisiyle başımı Rino'nun sıcak omuzuna gömdüm. Çok daha iyi hissediyordum, etrafı daha sonra da inceleyebilirdim.
Rino sessizdi, konuşmuyordu. Zihnim öyle çok meşguldü ki bu benim için çok çok daha iyiydi.
Birden Rino'nun durduğunu hissettim ve kolları biraz daha gevşedi.
"-Uyudun mu koca adam?"
Başımı omuzlarından kaldırarak cevap verdim.
"-Yoo, hayır. Işıklar, onca karanlıktan sonra fazlasıyla rahatsız edici.
"-Pekala dostum, geldik." dedi ve önünde durduğumuz beyaz kapıyı yavaşça açtı. Bacaklarım yere değiyordu ama hala Rino'nun sırtından destek alıyordum.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
İçeri girdiğimizde öyle çok iç boğucu bir karanlık yoktu. Oda aydınlık, ferah ve düzgün dizayn edilmişti. Bir doktor masası, ecza dolabı, tıp eşyalarının bulunduğu bir dolap, uzunca bir sedye ve daha nice şey. Doktor, camın önünde dışarıya bakıyordu, bizi farkettiğinde başını çevirdi. Uzun boylu, kıvırcık saçlı bir adamdı. Beyaz önlüğü başarı ile taşıdığı belliydi. Yüzünde küçük bir gülücük ile karşılık verdi bakışlarıma.
"-Hoş geldiniz, geçin şöyle."
Rino:
"-Ben gitmek zorundayım Michael, sen ilgilen. Onaylı." dedi ve bana göz kırparak odadan çıktı. Doktor bana yardım ederek yerleşmemi sağladı.
"-Kolların ve bacaklarında sorunlar var gibi."
"-Evet, ben yaptım."
"-Neden böyle bir şey yaptın kendine?"
"-Açıklaması imkansız. Benliğimi elimden aldılar."
Çıkıklarım ve çatlaklarımla ilgilenmeye koyuldu. Başını kaldırdığında uzanmam gerektiğini söyledi ve beni sedyenin yanındaki yatağa yerleştirdi. Koruma serum taktı ve "Uyumaya çalış." dedi hafifçe.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Başımı istemsizce salladım ve bakışlarımı cama çevirdim. Şaşkın şaşkın gördüklerimi anlamaya çalıştım. Resmen bir yeşillik cennetine bakıyordum. Acaba benim Samantha'mda bu yeşillik cennetinde miydi?
Yeşillikten ayırdım bakışlarımı. Cennet benim neyimeydiki? Canından çok sevdiği bir canı korumayı göze alıpta başaramayan bir aptallığı şahsen yaşamıştım. Neydim ben? İhanet eden bir aptal ya da salağın biri mi? Yok hayır, ben bir hiçtim aslında. Öyle bir hiçtim ki alevlerden küller bile oluşturamazdım. Asla ve asla yaşayamazlıklarla sınırlandırılamazdım.
Yaşayacaktım! Öyle bir yaşayacaktım ki, intikam diye bağıracaktım! Bağırdığım sırada kıyamet kükreyecekti arkamdan. Dost olacaktık onunla. Öyle bir dost olacaktık ki, her can ayakta alkışlayacaktı beni. Hakim olacaktım evrene, Montaküs dünyasına. Ne büyük bir laneti bozduğuma kimse inanamayacaktı.
Kapıyordum gözlerimi. Hayal kurmayı özlemiştim. Acı çekmeden önceki yaşadıklarımı özlemiştim. Kim olduğumu ve nasıl doğdumu özlemiştim. Nasıl mı doğmuştum? Kaderimi bilerek. Nasıl mı yaşamıştım? Mücadele edeceğimi bile bile yaşamıştım. Ve nasıl mı ölmüştüm? Hissede hissede. Ellerimden kayanlara durun diyemeden.
Şimdi bir başıma, çaresiz kalmıştım. Yardıma ihtiyacım olabilirdi. Nasıl bir yardım olabilirdi bu? Koskocaman bir ordu? Ya da büsbüyük bir yaratık topluluğu? Mantıklı olmalıydım. Kaybedeceklerimi de göze alarak ilerlemeliydim. Düşün dedim zihnime, düşün lanet olası! Susma, durma! Çalış! Sadece çalış! Sil geride kalanları.Sadece geride kalan tek şeye, canından bir parçaya odaklan! Ve yeniden yücelt onu, tekrardan!
Başım düşünmekten zonkluyordu. Ne mi düşünüyordum? Dirilişin hapsolduğu yerden çıkışını. İşte onu ben çıkaracaktım. Bir insan olarak değil, montaküs olarak.
Zihnime yerleşen ve bir anda kondurulan bu imge çıkış kapımdı. Ve tek gerçek gözlerimi kapatmamla doğmuştu. Bu doğuşla 2 kişi gerçek gözlerini açacaktı dünyaya.
Uyuyordum galiba. Ya da sadece hayal görüyordum. Hayaller çoğu zaman iyidir. "Yaşasın, işte oldu!" diyebileceğin tek yerdir aslında hayaller, şanslar ve mutluluklar dünyası.
Susmakta bir hayal aslında. Susarsın ve hayal kurarsın. Konuştuğun sürece nasıl hayal kurabilirsin ki? Ve neden hayaller hep gözünün önünde gerçekleşir durur?
Ben hep konuşma hakkımı kullanırdım. Bunu hep böyle bilerek yaşadım. Yaşamak güç verdi bana. Mücadele edeceğimi bilerek doğdum, yaşamı avuçlamayı hissederek varoldum. Çok güldüm, çok ağladım. Ama sadece, bir kez AŞIK oldum.
Hayatta herkesin sadece bir kezi var. Ve benim bir kezim Samantha'mdı. Ve bundan sonra asla bir kezim başkası olamazdı. Hepimiz hayata belirli görevler ve çerçeveler içinde gelirdik. Doğdumuz ilk anda o çerçevedeki resim sadece bizken, yaşamak kavramını çözdüğümüz zaman ikinci bir çerçeveye ihtiyaç duyduğunu anlarsın. Sınırları olmayan ve açık bir çerçeve. Peki kırık kenarlara sahipse? İşte o zaman belirli çatlaklar olabilmesi olasıdır. Kayıp giden yıldızları çok olur.
Nefesim, ömrümün simgesi olmuşken, benim çerçevemin içinden bir yıldız kayıp gitmişti. Yeni yıldızlara lüzum yoktu, ama gökyüzüm kaybolmuştu. Ve gökyüzü olmadığı sürece yıldızlar nerede barınırdı?
Bende kayan bir yıldız değil, ama uçmaya ve havalanmaya münasip bir yıldızdım. Sönüktüm en ücra köşelerde. Ama öyle gerçek bir yıldız vardı ki, ömrünün sonuna gelmiş olsa bile ışığı her daim vardı. Ona kim mi yardım ederdi? Göğün dedesi, göğün aydınlatıcısı. Işınlarını salarlardı üzerine. Ona destek olurlardı. Peki ya sönen yıldıza kim yardım ederdi? Onlar suçlulara yardım etmez, gerçeklere yardım ederdi. Ve ben gerçek değil, koca bir yalandım.
Hiçsizlik benim gerçeğim olmaya yüz tutmuşken, bağırmak ve ağlamak çözüm yolum olmuştu. Yollarım çoktu, ama malesef ki çıkış yolum yoktu. Ben kendi yolumu çizmek için yaşıyordum. Yaşam sunduğu her şeyi benden alamazdı. En büyük kozunu kullanarak, benim en yüce yaşam kaynağımı içine hapsetmişti. Yüreksiz! Unutmamalıydı ki benim yüreğim vardı. Atıyordu, çarpıyordu ve yeri geldiğinde duracaktı. Ama onu ben istediğim zaman durduracaktım.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Akrebim ve yelkovanım sadece bana aitti. Peki ya akrep ve yelkovanın görevleri değişirse? Peki ya ben onları yüreğimle parçalarsam? Bu durumda zamanda öz parçalarından yoksun kalmış olurdu. Tıpkı benim gibi...
Gözlerimi açmayı ve bir daha kapamamayı diledim. Çünkü bilmem kaç saattir boş boş yatıyordum. Yorgun olabilirdim ama zihnimin oyunlarına kanmamalıydım. Dimdik ayakta durmak dedikleriydi bu. Oyunlardaki engellere takıldığın an çok güzel kaybedersin. Yemezler dostum!
Yattığım yerden yavaşça doğrulmaya çalıştım ve ne kadar zamanın geçtiğini tahmin etmeye koyuldum. Oda da saat aramaya başladım. Ve yatağın tam tepesine döndüğümde o kudretli aleti gördüm. Gözlerim fal taşından da öte açılmış şekilde odaklandım. Tamı tamına 2 gündür uyuyordum. Yuh! 2 gün ne demekti ha? Ama öyle dinç hissediyordum ki kendimi, zararı yok diye de düşünmeden edemiyordum.
Başımı silkeledim, elimi yataktan destek almak istercesine sabitledim. Omzumu gerdim, hafif çıtlama seslerine de şahit oldum bu sırada. Gevşemeye çalıştım. Üzüntüleri, takıntılarımı hafifçe silkeledim geriye doğru. Çünkü düşünürsem çıkış kapısına ulaşırdım. Ve düşünmüştüm de aslında!
Kendi kendime iç sesimle mırıldanmaya başladım. Nefes kapılarımda herhangi bir oynama yoktu.
"-Morgan Mystery. Yaşadıkların ve yaşamakta olacakların senin için çok önemli. Ne yapman gerektiğini ve nerede durmanın senin için bir avantaj olacağını bilmelisin. Bilmediğin taktirde ölürsün! Öldüğün zaman da bir hiçti diye anılırsın. Ne için savaş verdiğini ve bunun uğrunda can verdiğini kimse anlamaz. Çünkü o çığlık atan iç sesini sadece ve sadece sen duyuyorsun. Kimsin sen? Mystery soyundan gelen ve yakın zamanda bir Montaküs olacak bir efendi.
Evet, bir efendisin. Çünkü efendiler her şeyi ele geçirir ve sen her şeyi ama her şeyi ele geçireceksin.
Geçireceksin, zorundasın! Bunu yapmadığın taktirde o çakmak gözlerini ebedi istirahate kavuşturursun ruhun ile birlikte. Ve sen ruhunu hedef kitlesi haline getirirsin.
Sen arkanı döndüğünde, herkes önünü döner. Arkandan vurmaya çalışır seni. Ama hiç dikkat etmezler, onlarında sırtları, başkalarına dönük.
Ne yapmalısın biliyor musun? Destek kitlesi kazanmalısın. Bunu yapmak zorundasın ve yolunda ilerlemeye ant içmelisin. Sana destek olanlara da ant içtirmelisin. Bunu yapmalısın ki hedefine bir adım yaklaşabilesin. O ahmak efendiye, kul kölelik yapacak değilsin! Sen efendi olmalı, emirler vermeli ve canına can katmalısın. İki beden ve ruh taşıyordun sen. O efendi sıfatını taşıyan yüreksiz bir canını aldı kopardı senden. Asıl efendilik nasılmış göstermelisin ona! Kavgaysa kavga, kansa kan dökülmeli. Sözlerle ve boş kararlarla kalmamalı hiçbir şey. Verdiğin sözün ve gerçekleştirmeye ant içtiğin her şeyin arkasında ve önünde dimdik durmalı, etten duvar örmelisin.
Sana kim mi destek olmalı. Fikrine saygı duyanlar. Onlar neredeler mi? İşte bunun için biraz zamana ihtiyacın var.
Tek yapman gereken hedefine inanman. İnanırsan, her şey gerçekleşir. Gerçekleşeceğine inanırsan, yolun karanlığına ışık tutarsın. Tuttuğun mumsa erir, fenerse pili biter. Ama yüreğinin ışığı ebedidir. Onu tutarak adımlarını görmelisin. Gördüğün her adım zaferine atacağın imzalar olmalı. İmzalarınsa, düşmanlarına bıraktığın en büyük iz!"
-*-
"-Morgan, Morgan!" diyen ses kendime gelmemi ve düşüncelerimden sıyrılmama neden oldu?
"-Ne düşünüyordun böyle neredeyse dilini parçalayacak kadar?"
Ağzımdaki metalik ekşi tadı hissettiğimde yüzümü buruşturdum.
"-Şey, bir anda oldu Michael, istemeyerek yani."
"-Pek öyle gözükmüyor ama her neyse. Geçici bir şey. Uyanmışsın bakıyorum. Nasıl hissediyorsun kendini?" dedi gülümseyen bir edayla.
"-Gayet dinç!" dedim gururla ve güvenle.
"-İşte bu çok güzel." dedi başını imalı imalı sallayarak.
Bir süre sessizlik oldu. Bu süre öyle bir süreydi ki, sakın düşüncelere dalma dedim içimden. Ele vereceksin kendini.
"-Biraz daha dinlenmeye ihtiyacım var diyorsan kal, ama yok diyorsan Rino'yu çağırmam gerekecek."
"-Gayet iyiyim. Kimi çağırman gerekiyorsa çağır." dedim emin bir şekilde.
"-Pekala.." diyerek kapıdan çıktı. Bir süre daha yalnız kalmıştım. Sakın ha düşünme. Hele de birazdan Rino buraya adım atacakken.
Biraz ayağa kalkıp dolanmayı tercih ettim. Hafif sızılarım vardı elbette ama idare edilebilecek düzeydeydi. Kaldırabilirdim. Onca yükün arasında hafiften de aşağı seviyedeydi. Tam üstüme çeki düzen verirken kapının açıldığını farkettim ve başımı kaldırdım.
"-İşte bu çok güzel. Tam bir Montaküs evresine gelmişsin. Hazırsan dönüşüme.." dedi duraksayarak.
"-Ne olacaksa olsun artık, umurumda değil demiştim."
Rino kaşlarını kaldırıp, gözlerini de büyülterek cümlesini tamamladı.
"-Başlayabiliriz."
"-Evet, hazırım." dedim.
Kocaman bir kahkaha çınladı odada.
"-Bunu burada yapacağımı mı zannettin, ya da benim yapacağım kanısına nereden vardın?"
Tıslayarak ve birazda hırlayarak cevap verdim.
"-Ya nerede ve kim tarafından o zaman?" dedim ellerimi bilmiyorum şekline getirip, etrafımda dönerek.
"-Özel bir oda. Tek ortak yan, orası da bir oda." Yeniden dediklerine kendi güldü ve neredeyse kıpkırmızılıktan mosmorluğa adım atacaktı.
"-Hey! Kendine gel. Ne var bu kadar gülecek?"
"-Acemi tavırların." dedi göz kırparak.
Sonra fazla uzatmak istemiyormuşçasına ellerini birbirine vurdu.
"-Haydi, benimle gel. Bu sefer yürüyebiliyorsun değil mi dostum? Seni buraya taşıyana kadar canım çıkmıştı, haberin var mı?"
Bu sefer gülen ben oldum.
"-Keser misin lütfen, birazdan ne halt yiyeceğinizden habersiz olduğum bir yere adım atacağım. Hem acılar içindeyken bu gülme nöbetlerin çok gıcık."
"-Saçmalama! Şuan huzur enjekte ediyorum sana. Hala acı hissediyor musun?" dedi büyük bir şüphe ile bakarak.
Bunun vermiş olduğu rahatlıkla;
"-Ahh, ölüyorum." dedim ölüyormuş gibi yaparak.
"-Sinirlendirme beni, yoksa acılarınla başbaşa kalırsın." dedi tehtitkar bir ifade ile.
"-Tamam, susuyorum." dedim ve kilit işareti yaptım. Göz kırparak güldü. Şapşallaşıyordu.
Uzun koridorları büyük bir sabırla yürüdüm. Her yer taşlarla örülmüş ve adım başı meşalelerle donatılmıştı. Gündüz gündüz ne meşalesiydi bu böyle?
"-Ah Rino, yürüyemiyorum." diye inledim dalgasına.
"-Yemezler öküz herif. Herifliğin gibi öküz kadarsın! Taşıyamam seni. Hem bak sinirlendirme beni, acılarınla neler yapacağını sen düşünürsün."
"-Hain! Düşman belle anca beni. Bırak acılarım bana kalsın o zaman."
"-Bizimde bir yüreğimiz var, Montaküs olunca anlayacaksın."
İçimden yine geçirdim.
"-Montaküs olmanın canı cehenneme!"
Bu ne bitmez tükenmez bir yoldu böyle? Neden her yer aynı dizaynda tutulmuş ve beni boğmaya hazır gibiydi?
"-Daha yürüyecek miyiz?" dedim dalga geçercesine.
"-Geldik, geldik." dedi koca demir kapıyı göstererek.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Motiflerle dizayn edikmiş bir kapıydı bu. Ortada kocaman bir kadeh ve kırılmışlıklarla bezenmiş. Ve bir kadın eli. Çok etkileyiciydi, kabul ediyorum.
"-Bekle." dedi beni geriye doğru iterek. İki elini yanlarına açtı ve anlamadığım bir şeyler söyledi. Çokta umurumda değildi açıkçası. Bir anda elini kapıya değdirdi ve kapının iki yanı açıldı.
Kocaman, neredeyse eşya kıtlığı mevcut bir alana girdik. Kapıyı görünce, içerisinin de aynı şekilde göz alıcı olacağını düşünmüştüm ama evet, yanılmıştım.
Tam karşımda kapıdaki motiften vardı. Kocaman bir kadeh ama bu üç boyutlu şekildeydi. Dokunsam içine girebilecekmişim gibi bir izlenim veriyordu. Çok çok ilginçti. Duvarların geri kalan kısmında değişik şekiller vardı ama incelemek istemiyordum. Çokta umurumdaydı sanki!
"-Burda mı dönüşüme uğrayacağım?"
"-Beğenemedin mi efendi hazretleri?"
İçimden "Gün gelecek bu şeyi bana saygıyla söyleyeceksiniz" diye tekrarladım. Bu olacaktı, inanıyordum.
Bir anda hafif bir öksürme sesi geldi. Aynı anda ikimizde döndük ve Rino ellerini saygıyla önünde topladı.
"-Sende yapsana şapşal!" diye mırıldandı.
"-Komik olma, o sizin efendiniz, benim değil!" diye karşılık verdim.
Dimdik durdum, dimdik! Ona boyun eğemez ya da saygı gösteremezdim, o bunu haketmiyordu, asla!
"-Merhaba Morgan Mystery." dedi şaşılacak derece de samimi bir şekilde.
"-Ne değişti de böyle samimi bir şekilde konuşuyorsunuz?" diye sordum edebimi korumak istercesine.
"-Beni iyi dinle Mystery." dedi gözlerinde görmek istediğim öfke ile.
"-İyi niyetimi süistimal etme. Kendimi sana bu şekilde adapte ediyorum, neden mi? Bizimde bir yüreğimiz var. Sandığın kadar acımasız mahluklar değiliz. Evet, her şeyini elinden birer birer aldım ve yok ettim!" dedi bu kısmı vurgulayarak.
"-Daha ne kaldı ha, ne kaldı! Daha neyimi alacaksın? Benim bile benliğimi eser alacak durumdayken bu yapmacık samimiyetin niye! Gerçek ol bozma efendi, gerçek!"
Yüzünü ekşitti yamuk surat! Şuan acı çekmek istiyordum, bir yandan da bunu savunmuyordum. Rino'ya döndüm ve gözlerimle iletişime geçtim.
"-Çekme huzur enjektini ne olur. Onun yanında boyun eğdirme bana, ne olur!"
Gözlerini kapattı ve bu onaylama şeklindeydi galiba. Daha bir huzurla döndüm efendi sıfatlı pisliğe!
"-Gerçek olmak bir zorunluluk değil, istersen sende gerçek olmayabilirsin Morgan!" dedi sesini yükselterek.
"-Kes be kes! Ne yapacaksan yap, bitir şu işi!"
"-Şuna bak sen, doğru konuş yoksa.."
"-Yoksa ne! Başka alacağın bir şey kalmadı ki ibne herif!"
Bir anda üzerime doğru yürüdü ve:
"-İbne senin soyundur!" dedi elini boğazıma kilitleyerek.
Kapadım gözlerimi, uyumak istedim ve bir daha asla uyunmamak.
Rino aynı anda efendimizin elini tuttu ve:
"-Yapmayın efendim, acısından ne yaptığını bilmiyor o."
"-Ne yapmasını gerektiğini öğret ona Rino, öğret!" dedi son öğreti vurgulayarak.
"-Nasıl isterseniz efendim." dedi saygıyla eğilerek. Elini boğazımdan çeken efendi sıfatlı pislik bir anda yere yapışmama sebep oldu.
"-Kadehi getir Rino! Derhal." dedi ses voltajını düşürerek.
Boğazım gıcırdayışlarıyla yanıyordu. Yerde durdum, kıpırdamak gelmedi içimden.
Rino kocaman bir tepsiye benzer şeyin içinde kocaman bir kadeh getirdi. Ve bu kadeh parçalara ayrılmıştı. Efendi elini kadehe uzattı ve üzerinde parmaklarını gezdirdi. Sonra ondan beklenmeyecek bir incelikle küçük bir parça kopardı kadehten.
"-Gel buraya!" dedi bana samimiyet pozlarıyla.
Duymamazlıktan geldim. Ama o sırada yanımda Rino belirdi.
"-Kalk, lütfen." dedi sessizce.
Çaresiz kalktım ve efendinin önünde diz çöktüm.
"-Özür dile benden önce!" dedi sessizce.
"-Bunu benden isteme, lütfen!"
Başını umarsızca salladı ve:
"-Pekala!" dedi. "Arkanı dön!" diye de ekledi.
Umarsızca döndüm ve bir şey enseme yumuşakça battı. Ne de kibardı.(!)
Gözlerim kapandı. Bu rüyadan uyanmamaya sonsuz bir yemin içmiştim! Diriliş başlamıştı!
Diriliş Başlangıcı
''Sonu belli olmayan bir romanın kahramanı gibiydim. Giriş cümlesi etkileyici, sonuç bölümü şaşırtıcı... Yeniden dirilmenin getirdiği avantajların farkında olamadım, gerçeği bilene kadar. Onu tanımaya çalışmak aynı kitabı bir kaç kez baştan okumak gibiydi. Tanıdığım birini yeniden tanımak bana problemlerin sonunda ki soru işaretlerini çözmeyi andırıyordu. Bildiğine çok emin olduğun bir sorunun cevabını yanlış bulmak gibiydi. Bunların hepsi sadece önsözdü, asıl gerçek olan insanın her şeyden habersiz hayatına devam etme fırsatı yakalamışken ölüm gününü bilmesiydi. Kendi ölümümü takvim yapraklarını teker teker yırtarak bekliyordum. Bu yüzden zamanımı olabildiğince mutlu olmaya ve olabildiğince sevdiğim adamla vakit geçirmek için harcıyordum. Onun gözlerine kaybetmek istemediğim iki değerli mücevher gibi sahip çıkıyordum. Ellerini, ellerimde her hissedişim içimdeki yangını daha fazla alevlendiriyordu. Nefes aldığım her an için şükretmeyi öğrendim kendi kendime... Bu benim de bilmediğim bir başlangıç, hiçbirimizin sonunu tahmin edemeyeceği bir başlangıçtı.''
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Beynimde zonklayan çalar saatin rahatsız edici sesini işitmemle uyanmam bir oldu. Yatağımın tam yanında duran komidinin üzerinde ki çalar saati kapıya fırlattım uykulu gözlerimi ovuşturarak. ''Müsaitim baba.'' diye seslendim kapıya bakarak. Saatin fırlatılma sesine telaşlanmış olmalı diye düşündüm.
''Gitme vakti değil mi?''dedi kapının girişinde ki koltuğa yaslanarak. Yüzünde alay dolu bir sırıtma vardı.
''Sanırım...Senelerdir bunu öğrenememen çok garip baba ,annem hiçbir zaman sana gelme ve gitme saatlerimi arttırıp veya azaltmadı.'' Gülümsememe engel olamadım.Yaslandığı koltuktan ilerleyerek yatağın kenarına oturdu.Onu tanımanın verdiği avantajla ruh halini çözebiliyordum.Ellerini birbirlerine geçirmiş,kasları gergindi.
''Bazen benim yanıma taşınmayı düşündüğün oldu mu?''dedi sesindeki üzüntünün ve hayal kırıklığının tınısına engel olamayarak.
''Bunu daha önce de konuşmuştuk ve ben annemle yaşamak istediğimi defalarca söylemiştim. Bunu bir daha sorman hiçbir şeyi değiştirmeyecek.'' Derince bir iç çekişten sonra.''Artık tamıtamına 19 yaşındayım.İkinizin arasında seçim yapmak yerine ikinizle olmayı tercih ediyorum.''
''Güzel kızım büyüyor anlaşılan.''dedi yerinden kalkarken.Babamla uzun senelerdir sadece haftasonu görüşebiliyordum.Annem ile babam ayrıldığı zaman dokuz yaşındaydım.O zamanlar bu bana eğlenceli geliyordu,annem bana her zaman benim iki evim olduğunu haftalık harçlıklarımı iki kişiden birden alabileceğimi,bana alınan hediyelerin bir kaç katı olacağını söyleyip dururdu.Bunlar hiç bir anlam ifade etmiyordu şimdi benim için.
''Bunu daha önceden anlaman gerekirdi.''dedim komidinin üzerinden telefonumu alarak.Annemden gelen iki tane cevapsız arama vardı.Annem ile 32.Caddede ki her zaman gittiğimiz cafede buluşacaktık.Saate baktığımda geç kaldığımı gördüm.
''Annem çıldırmış olmalı,hazırlanmak için fazla zamanım yok baba.''dedim yorganı üzerimden yere atarken.Yerde duran sırt çantamdan bej rengi kot pantolonumu,üzerinde ''It's My World.''yazan beyaj t-shirtımı yatağın üzerine fırlattım.''Giyinmem için dışarı çıkman gerek baba.''dedim sağ elimi belime koyarak.Gülerek kapıyı arkasından kapattı eminim aşağıda çok güzel bir kahvaltı beni bekliyordu fakat bunun için zamanım yoktu.Yatağın üzerinde duran ütüsüz kıyafetlerimi dakikalar içerisinde odanın içerisinde bir yandan yerde duran eşyalarımı çantama rasgele atarak giyindim.Ağır sırt çantamı sol omzuma attım ve çalışma masamın üzerinde duran kaşkolumu boynuma doladım.
Merdivenleri koşarak indim son iki merdiveni birden atladım.''Baba çıkmak zorundayım annem beni bekliyor!''dedim mufak kapısına seslenerek.Kapının yanında bana doğru dönük olan kar botlarımı yarı büklüm ayağıma geçirdim.
''Annene selamlarımı iletmeni istesem oldukça garip mi olur?''dedi omzunu mutfağın tahta kapısına yaslarken.
Dudağımı ısırdım.''Tabi selamını iletirim...''Omuz silktim.''Tabi annemin bundan pek memnun olacağını sanmıyorum.''Kapıyı açtım ve ayağımın altında gıcırdayan eski tahtaların üzerinde parmak uçlarıma kalktım,babamın yanağına ufak çaplı bir öpücük kondurdum.''Gelecek cuma tam sekiz de görüşmek üzere.Kapının girişinde ki merdivenleri koşarak indim.Şiddetlenen fırtına tüylerimi ürpertiyordu.Üzerime giyinmiş olduğum kalın montun önünü ilikledim.
''Seni bırakmamı ister misin!''dedi babam sesi boşlukta yankılanırken.
''Hayır,teşekkür ederim baba idare edebilirim!''diye seslendim kaldırımda hızlı adımlarla ilerlerken.Kalın paltomun kapişonunu uzun,kızıl renkli ipeğimsi saçlarıma taktım.''Lanet olsun donuyorum...''diye homurdandım annemle buluşacağım cafenin kapısını serçe iterken.Kapişonumu geriye attığımda saçlarıma düşen kar taneleri su damlaları olarak yere damladı.Gözlerim kalın paltolarıyla oturup sıcacık kahvelerini ve lezzetli yemeklerini yiyen insanları taradı.Annemi fark etmem zor olmadı her zaman oturduğumuz yerde ki masaya geçmiş sıcak kahvesini yudumluyordu.
''Saatlerdir seni bekliyorum ve en küçük bir haber alamıyorum senden neler oluyor?''Kahve fincanını sertçe masaya bırakırken.Omzumda ki çantayı fırlattım ve kollarımı ovuşturarak sandalyeme yığıldım.
''Sabah uyanamamanın verdiği madurluğu yaşıyorum anne,aradığını duymadım.''dedim.Etrafıma baktım ve tezgahın arkasında ki yamuk ağızlı garsona masamıza bakabilmesini işaret ettim.''Babam sana selamını iletmemi istedi.''dedim gülümsememe engel olamayarak.Fincanın kulbunu daha sıkı kavradı ve gözlerini kapıya dikti.''Sakın bana burada olduğunu söyleme!''dedi ses tonuna engel olamayarak.
''Saçmalama anne bunu nereden çıkartıyorsun babam burada değil.İnan bana yıllar sonra bir araya geldiğiniz de yaşanacak katliamı görmek istemiyorum.''dedim.Konuyu kapatmak için köşe bucak kaçtığına emindim bu yüzden bende fazla uzatmadım onu sinirlendirmek yapmak istediğim son şeydi.
''Yeni bir dönem için heyecanlı mısın?''dedi kahvesini yudumlarken.Garsonun gülümseyerek masaya ilerlediğini gördüğümde derin bir iç çektim.''İlk defa yeni bir döneme başlamıyorum anne benim için her zaman ki dönemlerden birtanesi.''dedim garsona sıcak çikolata istediğimi söylerken.
''Büyüdüğüne inanmak istemiyorum çoğu zaman daha bir kaç sene önce hangi üniversiteye girmen gerektiğini tartışırken şimdi üniversite 2. sınıf öğrencisisin ve hayatını tartışıyoruz.''dedi başını iki yana buruk bir gülümseme ile sallarken.
''Zaman bir şekilde geçiyor anne.Yıllar sonra belki de o evde tek başına olacaksın.''dedim garsonun az önce getirdiği sıcak çikolotamı karıştırırken.
''Bu da ne demek şimdi?''dedi incecik kaşlarını yukarı doğru kaldırırken.
''Babam bunca zamana rağmen hala hayatında yaptığı en mantıklı şeyin seninle evlenmek olduğunu söylüyor sen ise oınun yaptığı küçücük bir hata...''Cümlemi tamamlamama izin bile vermemişti.
''Sakın bana onun yaptıklarının küçücük bir hatayla geçiştirebileceğini söyleme!''dedi sesinin tonunu ayarlayamayarak.Parmağını bana doğru doğrulttu ve derin bir nefes verdi.
''Onun yaptığı tek şey benim için daha rahat bir hayat istemek oldu bu yüzden bu tür bir yola başvurdu.''
''Babanın yaptığı tek şey büyükannenin bana bıraktığı tek hatırayı o lanet olasıca sarhoş arkadaşlarıyla kumarda kaybetmek oldu.''dedi bana sesimi kesmemi haykırırcasına.
''O evin büyükannemden kalması dışında hiçbir değeri yoktu hiç kimse o eve değer biçmiyordu bile senin istediğin tek şey hep daha fazla varlıklı olmaktı.Tek derdin sırtlarından kürkleri eksik olmayan arkadaşlarına hava atmaktı!''dedim elimde ki sıcak çikolatayı masaya sıçratırken.
''Bu konunun burada kapanmasını istiyorum.Baban ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamak dahi istemiyorum.''
''Ama anne...''dedim savunmaya geçerek.
''Pardon hesabı alabilir miyiz!''diye seslendi başka bir masanın siparişini alan genç garsonu masamıza çağırırken.Bu onun dilinde her zaman olduğu gibi sesini kes Samantha demek oluyordu.
''Dışarıda bekliyorum.''dedim tok bir ses tonuyla.Yerde duran sırt çantamı omzuma attım ve ağır cafe kapısını iki elimle ittim.32. caddenin karşısında duran sileceklerini kar yığını kaplamış olan .... arabayı fark ettiğimde ışıklara dikkat etmeyerek karşıya geçtim.Kapişonumu kapamama fırsat kalmadan arkadan bir el saçlarımı birbirine karıştırdı.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Bu kadar soğuk bir kış gününde seni burada gördüğüme inanamıyorum!''dedi Amanda.Amanda üniversite birinci sınıftan tanıdığım en yakın arkadaşımdı.Bunca koşuşturma içerisinde arkadaş edinme fırsatım pek olmamıştı fakat onun yanımda oturması tamamen bir rastlantıydı.Onu sen cuma akşamı babamı görmeden önce aramıştım ve o bana bir yoga seansına gitmek istediğini söylemişti.Ben ise kibar bir dille bunun en yakın zamanda olmak yerine daha sonra bir vakitte olabileceğini söylemiştim.
''Bu soruyu benim sana sormam gerek yoga seansına gideceğini sanıyordum.''dedim gülümseyerek.
Saatine baktı.''Sanırım seansa yetişmek için bir on dakikam daha var.''Elim tam olarak arabanın kilidinde duruyordu.''İnanamıyorum yoksa bu arabayı mı çalacaktın!''Bu tepkisine pek şaşırmamak gerek bizim aile bütçemize göre bu araba oldukça fazlaydı annem kredisini hala ödüyordu.
''Kendi arabamı çalma ihtimalim yüzde kaç?''dedim kaşlarımı kaldırdım imali bir şekilde.
''Bu araba senin mi?Bunun bir şaka olduğunu söyle bana!''dedi şaşkınlığını gizleme ihtiyacı duymayarak.Arabanın üzerinde ki kar yığınını eliyle hafifçe sıyırarak uzun bir ıslık çaldı.''Biliyorum,tam şu anda bana bu arabayla bir tur atmayı teklif edeceksin ve ben senin ısrarlarına dayanamayıp evet diyeceğim değil mi?''dedim heyecanına engel olamayarak.
''Sanırım bir tur atmak için bu anahtara ihtiyacınız var değil mi genç bayanlar?''dedi annem arabanın yanına yaklaşırken.
''Bayan Goldberg inanın Samantha'ya bunun çok yanlış bir şey olduğunu anlatmakla meşguldüm ve bu yüzdende benimle yoga seansına gelmesini rica ediyordum.''O kadar iyi oynuyordu ki beni tanımıyan biri onun masum olduğunu sanabilirdi.Yoga fena bir fikir değildi kaslarımın gergin olduğunu vücudumda ağırlıklı olarak hissediyordum gevşemek için iyi bir seçimdi.
''Aslında evet anne biraz değişikliğe ihtiyacım var.Yoga benim için hiçte fena olmaz.''dedim aynı anda Amanda ve anneme bakarken.
''Yogayı daha sonraya erteleyebilirsin Samantha.''Tam da beklediğim gibi Amanda lafın tam ortasına atladı ve beni bileğimden tutarak kaldırıma çekti.
''Bayan Goldberg inanın seanslar o kadar dolu ki ancak bulabildiğim boş seans sadece buydu Samantha ile ufak bir yemek yiyip saat tam onda evde olacağımıza söz veriyorum''dedi.Amanda'ya güven olmazdı annem bunu her ne kadar adı gibi bilsede başını salladı ve bana sakın geç kalma bakışı attıktan sonra kardan gözükmeyen son model arabasına bindi.Amanda koluma hafifçe vurdu ve 32 dişini gösterircesine gülümsedi.
''Sana söylemiştim Bayan Goldberg hiçte fena biri değil.''
''Öyledir...''dedim gözlerimi devirerek.Annem pek arkadaşım olmadığını bildiği için Amanda ile birlikte vakit geçirmeme geç kalmadığım sürece tepki göstermiyordu.Üniversite öğrencisi olan bir genç kıza ne kadar karışabilirdi ki zaten?Amanda ailesi ve bir de yanlarında kalan kuzeni ile yaşıyordu.Kuzeni California'dan buraya bir kaç ay önce gelmişti.Alışıldık kavurucu sıcaktan dondurucu soğuğa geçmek onun için alışılması kolay olmamıştır sanırım.Akşamları geç saate kadar kütüphanede kaldığımız zamanlarda bize göz kulak olması için Bayan Jordan,Amanda'nın kuzenini bize göz kulak olabilmesi için yanımıza gönderirdi.Bu durumdan Amanda kadar şikayetçi değildim,o kadar da kötü biri sayılmazdı.Zorla gülmek zorunda kaldığımız espirileri dışında...
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
''Yoga kıyafelerim yanımda değil sence bu kıyafetlerle yoga salonuna girmem mümkün mü?''Amanda'nın kahkahası kulaklarımda çınladı.Amanda her daim gülen biriydi fakat bu sefer ortada gülünecek hiçbir şey yoktu.Gösterişli el çantasını açtı ve bakmamı işaret etti.
''Her zaman yedekte eşofmanlarım vardır.''Kahve rengini andıran gözünü kırptı ve bana ilerlememi işaret etti.''Uzun zamandır bir diyet programı uyguluyorum,sanırım az da olsa fayda etti değil mi?''Amanda benim gibi oldukça zayıf bir kızdı.Fakat ailesi onun ortaokul zamanından beri her zaman onun spor dallarına ilgi duymasını istemişti.Bu yüzden yediğimiz her yemekte içinde ki yağ ve kalori oranını hesaplamadan rahat rahat yemek yiyemezdi.
''Amanda belli bir diyet programına ihtiyacın olmadığını her ikimizde biliyoruz.''dedim.Yoga salonuna geldiğimizde onun çantasında ki kıyafetlere el koydum ve soyunma odasına ilerledim.Başım her zaman olduğundan daha hızlı dönüyordu.Annem her ne kadar bir doktora gidip kontrol olmam gerektiğini söylesede bu sadece ufak bir baş ağrısıydı.
''Bizden başka kimse yok Amanda bana sakın bunun tek seans olduğunu söyleme.''dedim yanında ki mor renkli mata otururken.
''Sanırım kulaklarım eskisi kadar iyi işitmiyor.Eminim bunu Bayan Goldberg fark etmeyecektir.''dedi sinsice gülerken.Gözlerimi devirdim ve canlandırma hareketlerine başladım.İki elimin avuç ve parmaklarımla başımın üzerine bastırdım,ellerimi gevşeterek yüzümden ve boynumdan geçirdim.
''Tanrı aşkına bu hareketleri nereden öğreniyorsun!Her yogaya geldiğimizde kendimi yanında ezik gibi hissediyorum bu çok kötü bir duygu Samantha.''Parmak uçlarım karnımın üzerindeyken karnıma bastırdım ve kalbime doğru masaj yapmaya başladım.
''Yoga beni seni kadar rahatlatmasa da bazen kendimi kuş gibi hafif hissediyorum.''dedim gözlerimi kapatarak.''Böyle hissetmeyeli uzun zaman oldu...''dedim fısıltıyla.
''Bazen kuş gibi hafif olmak omuzlarında taşıdığın yükün ağırlığını sadece bir anlığına hafifletiyor asla tamamen yok etmiyor.''dedi.Masajı belinin arka tarafına doğru kaburgalarna doğru uyguluyordu.
''Bu yüzden buradayız Amanda.''dedim ve ona göz kırptım.
''Günler sonra ilk defa böyle hissediyorum, gerçekten şu yoga derslerine verdiğimiz tonla para bir işe yarıyor demek ki.''dedi Amanda.Yoga derslerine zaman olduğu sürece her hafta düzenli olarak gelmeye çalışırdık.Amanda'yı çok uzun zamandır tanıyordum onun hakkında her şeyi biliyordum.Duygusal biriydi tıpkı benim gibi,onu tanıdığımdan beri bir kez olsun fast food türü şeyler yediğini görmemiştim bu onu yemek konusunda oldukça sıkıcı biri yapıyordu.
''Bu rahalatıcı yoganın üzerine bence oldukça enerji depolayacağımız lezzetli bir yemek yemeliyiz.''dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden.''Bak şurada bir cafe var hem oldukça güzel görünüyor şimdiden yemeklerin kokusu burnuma geliyor.''dedim ve onun bana yogaya gelmem için yaptığı gibi kolundan tutarak cafeye doğru sürükledim.
''Bana bu zararlı şeyleri yiyeceğimizi söyleme Samantha!''dedi ve onu umursamayarak gözüme bahçe katına açılan tahta kapının oralarda ki bir masayı kestirdim.''Amanda,tam bizim seveceğimiz bir masa,bu gün şanslı günümüzdeyiz!''
Sandalyeyi çektim ve derin bir iç çekerek oturdum.Tuzluğun kenarına sıkıştırılmış menüye göz gezdirmeye başladım.''Ben aslında...''Baş parmağını salladı ve sinirli bir şekilde nefesini dışarı verdi.
''Ben bu zehir dolu yiyecekleri hayatta yemem Samantha.Sen bunların kalorisinin ve yağ oranının kaç olduğunu farkında mısın!''Etrafı taradı gözlerim ve masamıza doğru yönelen garsona gülümsedim.
''Ben bir şinitsel ve bir vişne suyu istiyorum.''Amanda'nın siparişini verebilmesi için gözlerimi menüden kaldırdım ve ona baktım.Amanda sipariş vermek yerine gözlerini dikmiş bana bakıyordu.''Aynısından.''dedim ve gülümsedim.Garson siparişleri küçük not defterine yazdıktan sonra gülümseyerek yanımızdan uzaklaştı.
''Neden diyet salata yemek varken bu kadar yağlı ve zararlı şeyler yiyelim?Emin ol bu dönemde kendine bir beyaz atlı prens bulamayacaksın.''
''Böyle bir çabam yok Amanda bence seninde olmamalı çünkü her ilişkinin sonunda hayal kırıklığı yaşamanı istemiyorum.''Amanda ilişkileri konusunda pek başarılı sayılmazdı.Bu dediğime her ne kadar kırılma ihtimali olsa da onun iyiliğini düşünmek benim için önemliydi.Garson yemeklerimizi getirdiğinde Amanda hiç olmasını beklemediğim kadar hızlı davranmıştı çatalını benim söylediklerime duyduğu hırsla şinitseline batırdı ve bıçakla kesme gereksinimi duymadan ağzına attı.Çatalını bana doğru doğrulttu ve yutkundu.
''Bu beni ilk ve son zehilirlemen olacak Samantha Goldberg.''dedi gülümsemesini bastırarak.
Hesabı öderken alman usülü bölüşmüştük.Annem arabamı bir süreliğine elimden almıştı çok matah bir şey sayılmazdı fakat en son sinirlenip babama gittiğimden beri beni okula kendi bırakıyordu.Cafenin kapısını iterek açtığımda serin hava yüzüme doğru esmeye başladı,paltomun önünü iliklemeden edemedim.
''Hava oldukça soğuk değil mi?''dedi kolunu ovuştururken.''Arabayı yakına park ettiğim için şanslıyız.''dedi üstün bir tavırla.Bir an önce arabaya bindim ve Amanda'nın açtığı arabanın ısıtıcısına ellerimi tuttum.''Sanırım izin saatimizi biraz geçmişiz.''dedi arabayı çalıştırırken.Kolumdaki saate baktığımda 15 dakika geç kaldığımı fark ettim.
''Sorun değil buna alışmak zorunda.''dedim telefonumda ki cevapsız aramalara bakarken.Amanda geç kalmamızı bahane ederek arabayı hiç olmadığı kadar hızlı kullanıyordu.Onun hız tutkunu olduğunu biliyordum ama bu 120 ile gitmemiz anlamına gelmiyordu.''Ne kadar hızlı o kadar erken.''dedi kavşağa saparken.Evin önüne geldiğimizde salonun penceresinden annemin yüzünü görebiliyordum.''Aov!Senin için zor bir gece olacak.''dedi bana bakarak.Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım.
''Yarın okulda görüşürüz.''dedim ve bahçe kapısını araladım çiçeklerin üzerinde ki su damlalarını gördüğümde endişesini gidermek için gecenin bir vaktinde bahçeyi suladığını fark ettim.Elim zilin üzerine dokunduğunda annem çalar saat gibi tam vaktinde kapıyı açmıştı.
''Merhaba.''dedim ve çantamı sıkı sıkı kavrayarak arka odaya yürümeye çalıştım fakat annem usulca yanıma yaklaşarak sağ bacağı ile odama ulaşmamı engelledi.''Saat 10'u çoktan geçti Samantha.''dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.''Biliyorum.''Benim de ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.Ne bahane uyduracağımı daha önceden hiç düşünmemiştim.''19 yaşındayım yakın bir zamanda 20 olacağım ve saat on 17 yaşımda bana uyguladığın bir kuraldı.''dedim.Gözlerinde ki kızgınlık ,kırışıklıklarından belli oluyordu.''Bunu sabah konuşalım,lütfen.Yarın yorucu bir gün olacak.''Elimi kapının kulbuna koyduğumda odadan gelen mis gibi temizlik kokusu bu anın gerginliği dağıtmıştı.
''Baban aradı.''dedi sesindeki tiksintiyi gizleyemeyerek.''
Büyükanneni ziyarete Denver'a gideceğini iletmemi istedi.Ne zaman döneceğini yakın bir zamanda haber verecek.''Babam her hafta sonu beni görmek için sabırsızlıkla beni beklerken görüşemeyeceğimizi mi söylemişti?Bunun benim için inandırıcı bir tarafı yoktu.''Ona ne söyledin?''dedim kapıyı duvara çarparken.Yüzünde rahatsız edici bir gülümseme oluştu.''Hiçbir şey.''dedi saçlarını omzundan geriye atarken.
''Ne söylediğin umurumda değil ama beni bu evde tutman için fazla zamanın yok.''dedim ve kapıyı yüzüne kapadım. Anneme sinirlenmemeyi öğrenmiştim.Onun seçimlerim konusunda gerçekleştireceği her şeye hazırlıklıydım.Sanırım bu yüzden okul da olmayı ek dersleri sabahlara kadar kütüphanede olmayı seviyordum.Ondan ne kadar uzak kalırsam o kadar az iletişime geçiyorduk.Uzun bir ara tatilden sonra çalar saatimi tam sabah sekize kurdum ve gitmeden önce hazırladığım kitaplarımı ve ders programımı kontrol ettim.Boynuma taktığım ince zinciri çıkardım ve kutusuna koydum.Saçlarımda ki yağmur damlalarının yerinde hafif bir ıslaklık vardı.
Tuvalet masamın üzerinde bulduğum toka ile saçımı topladım ve yatağımın üzerinde duran renkli pijamalarımı giyindim.Üzerimdekileri odamın kenarında duran kirli sepetenin içine fırlattım.Sanırım günün yorgunluğu tamamen üzerime çekmişti, başımı yastığa koyduğumda saç diplerimin ıslak olması beni oldukça rahatsız ediyordu.Sanırım bu kadar sorunun arasında bir de hastalık ihtimalim hayatımın tuzu biberi olacaktı.
Saat tam sekizde çalar saatim çaldığında çoktan uyanmıştım.Dolaptan okul için hazırladığım bir takımı seçtim.Havanın soğuk olması tiksindiriciydi.Kış ayları için aldığımız kıyafetlerin yarısı babamın evindeydi burada ise yaz ayları için aldığım kıyafetlerim vardı.Üzerime kalın bir kot pantolon ve olabildiğince uygun bir kazak gibindim.Annemin geçmiş doğum günümde aldığı boy oynamın karşısına geçtiğimde şık ama sade görünüyordum.Akşam hazırladığım kitaplarımı alarak mutfaktan gelen mis gibi kızarmış ekmek kokusunu takip ettim.''Anlaşılan kahvaltıya birini bekliyoruz.''dedim sandalyeye otururken.Çayımı kupa bardağıma koyarken gülümsedi.''Hayır beklemiyoruz,sağlıklı şeyler atıştırmanı istedim sadece.''
''Anne fazla vaktim yok erken gitmek zorundayım ders programını kontrol etmem gerek.''dedim ve çatalımı masada bulunan bir kaç kahvaltılığa batırdım.Çayımdan bir kaç yudum aldım.''Amanda ile kütüphanede kalabiliriz okuldan sonra bir kaç saat,merakta bırakmayacağıma söz veriyorum.''dedim ve kitaplarımı alarak yanağından öptüm.''Dün de böyle söylemiştin küçük hanım.''dedi çayını yudumlarken.Kar botlarımı iki büklüm bir şekilde giyindim.Anahtarımı aldım ve girişteki merdivenlerden hızla inerek 21.sokağın sonundaki taksi durağından taksiye bindim.Okula ayda sadece bir kaç defa taksiyle giderdim annem beni bırakmayı kendine görev edinmişti.Bunu işinden önce her zaman yaptığı bir hobi gibi görüyordu.Okul 27.sokakta bir arazideydi.Bu yüzden yaz aylarında Amanda ile birlikte yürüyerek gidiyor, bu bizim için spor oluyordu.27.sokağın girişinde durduğumuzda paltomun cebinde bulduğum 5$'ı ödedim ve yağmurda daha fazla ıslanmamak için koşarak okula girdim.
''Samantha sonunda gelebildin!''dedi Amanda.Islak bir yavru köpek gibi sirkelendim.Amanda'yı bir süreliğine dikkate almayarak 21.sırada olan dolabıma ilerledim.Paltomun cebinden anahtarını çıkardım ve açtım.''Samantha yağmurun şiddeti yüzünden duyma yetkini mi kaybettin yoksa.''dedi espiri yeteneğini kullanarak.
''Hayır Amanda.''dedim dolabı sert bir şekilde dolabımın kapağını kapatırken.
''Anlaşılan dün gece Bayan Goldberg seni fena halde sıkıştırdı.''dedi kıkırdayarak.
''Pek öyle sayılmaz oldukça kısa ve öz bir konuşma oldu.''dedim sınıfa girerken.Her zaman olduğu gibi cam kenarının yanındaki sıralardan birine oturduk.Amanda'nın çantasında genellikle her şey tam olurdu fakat ne kadar tam olsa da bu onun örnek öğrenci olduğunu göstermiyordu.Amanda her zaman olduğu gibi sınıfta tanıdığı herkese sataşmadan edemiyordu.Bu benim sinirimi bozmaktan çok ikimizde oldukça ilgi çekiyorduk.''Hareketlerine biraz dikkat eder misin Amanda ilk günden uyarı almak istemiyorum.''dedim kaşlarımı çatmış bir şekilde.
''Şuradakini görüyor musun Samantha?''dedi rahatça eliyle göstererek.Eliyle gösterdiği yöne baktığımda kapıdan giren yeni öğrenciyi fark ettim.Rahat kot pantolonuna ellerini sokmuş yanında duran arkadaşının söylediğine kahkaha ile gülüyordu.Yanında duran öğrenciyi tanıyordum fakat tanışma fırsatım olmamıştı.Amanda'nın gözleri ışıl ışıl parlıyordu.''Sakın benim düşündüğüm şeyi yapacağını söyleme Amanda bunu kaldıracak durumda değilim!''dedim onu uyaran gözlerle.Benim söylediklerime kulak asmayacak kadar kararlıydı.Yanımızdan geçmemelerini diledim içimden binlerce kez Amanda her zaman yaptığı gibi kendine güvenen genç kız rolüne girecekti ve bu oldukça yapmacıktı.Sıraların araları oldukça genişti bunun benim için avantaj sağlayacağına emindim...neredeyse.
''Merhaba ben Amanda Jordan.''dedi elini uzatırken.Şanslıydım en azından az önce işaret ettiği ismini bilmediğimiz çocuk ilgisini çekmemişti sanırım bir buçuk senedir dönüp bakmadığı birini keşfetmişti.
''Merhaba Amanda,bende Alex Fabien.''dedi Amanda'nın bu yüksek arkadaş olma istediğine duyduğu şaşkınlığını gizleyemeyerek.Alex ile yeterinde tanışıyorduk.Laboratuar konusunda bana oldukça yardımcı olmuştu her ne kadar fazla konuşmuşluğumuz olmasada o iyi biriydi,şimdilik.Defterimi açtım ve ilk dönemde ki son dersimizde yazdığımız notları karıştırmaya başladım.
''Çok kabayım sizi tanıştırmayı unuttum.''dedi Amanda bunu gerçekten bilerek değil de unutkanlığına verdiğini idda ediyordu.
''Biz geçen dönem laboratuardan yeterince tanışıyoruz değil mi Samantha?''dedi Alex gülümserken.Başımı karıştırdığım kalabalık ders notlarımdan kaldırırken onun o şapşal gülümsemesini hep samimi bulduğumu hatırladım.Benim için oldukça dost canlısıydı bu yüzden onunla tanışmaktan pek çekinmemiştim.
''Evet Alex,yardımlarını asla unutamam.''dedim üstü kapalı teşekkür ederken.
''Ama biz tanışmadık.''dedi.Bir buçuk sene boyunca hiç raslamadığımız arkadaşı.Amanda şaşkın bir şekilde gözlerini bana dikti.Bu daha çok onunla hemen tanış bakışıydı.Amanda'nın dediğini yapmayabilirdim ama bunu yapmak beni onların gözünde ukala bir hale getirirdi.
''Samantha Goldberg.''dedim uzattığı eli sıkarak.
''Morgan Mystery...''
AMANDA
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Özlemek çok farklı bir duygu aslında. Nasıl hissettiğini kavrayamıyor insan. İçine düşen kor gibi alevi avuçlayıp atamıyor. Nefes alırken sayıklıyor çoğu şeyi. Bırakma ellerimi, özlemine dayanamam demekte yetmiyor çoğu zaman. Çünkü hazırlıkta olan bir gidiş durdurak bilmiyor."
Rino'yu huzur açısından arar olmuştum. İçimdeki acı öyle dayanılmaz bir hal almıştı ki kontrol altına alamıyordum zihnimi. Başım delicesine zonkluyor, kalbim göğüs kafesimi delercesine atıyordu. Çaresizliğime yalnızlıkta eklenince daha bir çekilmez oluyordu. Gözlerim alev alev yanarken, göz yaşlarım sel olmaya mahkummuşçasına izinsiz akıyordu. Mahkumlardı, ama demir parmaklıkları yoktu. Zaten gözyaşlarını özgür kılan da bu değil miydi?
Kollarımı hissetmiyordum. Kayalığa öyle bir indirmiştim ki çatırdadığına yemin edebilirdim. İçimi en çok acıtan özlem ve intikam korkusuydu. Ben Samantha'sız ne yapacaktım? Onun o güzel gözlerine bakmadan, saçlarının güzel kokusunu nefesim bellemeden nasıl duracaktım? Peki ya yüreğim? Onsuz yeni baştan atabilecek miydi?
Sırtımı sert duvara hızlıca çaldım ve acı iliklerime doğru emeklemeye başladı. İçim kavrulurcasına haykırdım ve kor alevi zindandan dışarı, özgür bırakmaya çalıştım. Ne yazık ki yapamadım. Benim demir parmaklıklarım vardı.
Boğazımı işaret parmağım ile elledim ve yandığını hissettim. Yutkundukça parmağıma değen alev sıtma olmuş gibi titrememe sebep oldu. Dişlerim birbirine vuruyor, vücudum amansızca titriyordu. Bir şekilde durmalıydı, yoksa bilincimi kaybedebilirdim. Üşüyordum, zihnim de bununla beraber donuyordu sanki. Acınacak halde olan ruhuma ve bedenime kollarımı sıkıca doladım ve ısınmaya çalıştım. Vücudum titremeyi bırakana dek bu şekilde durdum.
Acı çekmek ne kadar korkutucu bir şeydi böyle? Seni hep esir alan ama zamansız gelen en kötü duygulardan. Kaçarken kovalanmaktan korkan bilincim en ıssız yerlere yerleşmişti şimdi. Onu çıkarmaya uğraşacak olursam düşünme yetimi kaybedecektim. Durmalıydım ve beklemeye boyun eğmeliydim. Böyle bir acı seni esir alırsa korkmaya yemin içmiş oluyor insan. Ya esirliğe yenik düşüp savunmaya geçemezsem? İşte o zaman bitişim olarak kalır, kalır ve kalırdım.
Zihnimin oyunları beni ürkütse de çıkış yoluna, görünmese de ışık tutmalıydım. Rahatlamalı ve Samantha'ma bir şekilde ulaşmalıydım. Peki bunu nasıl becerecektim? Kırık kollarım ve hissizleşen bedenimle mi? Ah, yoksa boş boş oturarak mı? Her ikisi de birbirinden mantıksız yargılamalardı. Gözyaşlarımla sele dönüşmüş olan küçük çukura elimi uzatmaya çalıştığımda inlemiş olmam her şeyi açıklıyordu aslında.
Morgan Mystery ne mi yapmalıydı? Kendini toparlamalı ve zihnini berrak tutmalıydı. Samantha'ya bir şey olmamıştı, bunu bilmeli ve uygunca hareket etmeliydim. Eğer nefes alıyorsam, hala bir umut var demektir. Neden kırayım ki filizlenen umutlarımı ve hayallerimi? İşte bu anda içimin delicesine ürpermesine şahit oldum. Samantha ile kurduğumuz hayaller gözümün önüne geldikçe yüreğim milyonlarca kurşunla delinip geçiyordu sanki. Bu gerçekten çok kötü hissettiriyordu.
Ve ilk adımı atmaya başlamalıydım. Şu kırık bedenim onarılmak için can atıyordu. Çünkü bu her şeyin ilk adımıydı. Başımı çıkışa doğru çevirdiğimde demir parmaklıklardan uzaklaştığımı farkettim. Sürüne sürüne oraya vardığımda "Rino!" diye bağırdım. Hafif kıpırdanmalar hissettim ama gelen Rino değil Melinda olmuştu. Buz mavisi gözlerini üzerime dikti ve konuştu.
"-Bir şey mi oldu Morgan?"
"-Onarılmaya ihtiyacım var." dedim iniltilerimin arasından.
Hissizce beni baştan aşağı inceledi ve gözlerini bir anda kapattı. Ellerini saçlarının arasına gizledi ve bir müddet böyle kaldı. Gözlerini açtığında gülümsüyordu.
"-Efendimizden onaylısın Mystery."
"-Anlamadım? Merdivenleri çıkıp, daha sonra uzun koridorlardan yürüyüp ona ulaşman gerekmiyor muydu?"
Alayla tısladı.
"-Gücün varsa kullanmalısın. Boşuna Montaküs değiliz. Sende bir Montaküs olunca anlarsın."
Montaküs olmanın canı cehenneme diye içimden küfretmeye başlamışken Melinda hiç beklenmedik bir anda Rino'ya bağırdı.
"-Rino! Uyumayı kes lütfen. Dostunun sana ihtiyacı var."
Rino bu sözlerden sonra anında merdivenlerin başında belirdi.
"-Melinda? Burda neler oluyor?"
Sonra yanımıza ulaştı ve bana hiddetle baktı.
"-Hey! Son bıraktığımda sapasağlamdın. Melinda mı seni halletti yoksa?"
"-Ah, hayır. Her şeyi ben yaptım."
"-Bunu kendine yapmak için aptal olmalısın Morgan."
"-Şu durumda akıllı olduğumu kim söyledi?"
Başını yana doğru salladı. Sırıttığına emindim çünkü gamzeleri görünüyordu. Sağlıklı olsaydım kollarım ve ellerimle bir cevap verebilirdim ama sonuçta bu şu şuan için uygun değildi.
Rino daha sonra Melinda'ya döndü ve:
"-Onay?" diye vurguladı.
Başını hafifçe salladı ve adımlarını geriye doğru yönlendirdi. Rino'nun sağ arkasında duruyordu. Rino'yu şuan için göremiyordum çünkü demir parmaklıkların yanındaki duvarın önünde bir şeyler yapıyordu. Hareket eden kolu görüş alanımdaydı. O anda demir parmaklıklar birden ortadan kalktı. Bakışlarım Rino'yu buldu. Bana doğru hareket ediyordu.
"-Gel bakalım." dedi ve beni kaldırmaya yeltendi.
"-Yo, yoo. Ben kendim yürüyebilirim."
"-Saçmalamayı keser misin lütfen? Şu haline bak. Ölecek gibisin."
"-Ölmek için çok gencim Rino. O da öyleydi."
Bakışları birden donuklaştı.
"-Anlıyorum dostum. Ama eğer gülmek istemiyorsan seni taşımama izin vermelisin."
Sessiz kalışımı fırsat bilerek beni hızlıca sırtına bindirdi. Canım yanmıştı ama sıkıyordum dişlerimi. Sıkmalıydım ki başlangıca ulaşabileyim.
Hızlıca merdivenleri çıktık ve ben tam o sırada yoğunışık etkisiyle başımı Rino'nun sıcak omuzuna gömdüm. Çok daha iyi hissediyordum, etrafı daha sonra da inceleyebilirdim.
Rino sessizdi, konuşmuyordu. Zihnim öyle çok meşguldü ki bu benim için çok çok daha iyiydi.
Birden Rino'nun durduğunu hissettim ve kolları biraz daha gevşedi.
"-Uyudun mu koca adam?"
Başımı omuzlarından kaldırarak cevap verdim.
"-Yoo, hayır. Işıklar, onca karanlıktan sonra fazlasıyla rahatsız edici.
"-Pekala dostum, geldik." dedi ve önünde durduğumuz beyaz kapıyı yavaşça açtı. Bacaklarım yere değiyordu ama hala Rino'nun sırtından destek alıyordum.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
İçeri girdiğimizde öyle çok iç boğucu bir karanlık yoktu. Oda aydınlık, ferah ve düzgün dizayn edilmişti. Bir doktor masası, ecza dolabı, tıp eşyalarının bulunduğu bir dolap, uzunca bir sedye ve daha nice şey. Doktor, camın önünde dışarıya bakıyordu, bizi farkettiğinde başını çevirdi. Uzun boylu, kıvırcık saçlı bir adamdı. Beyaz önlüğü başarı ile taşıdığı belliydi. Yüzünde küçük bir gülücük ile karşılık verdi bakışlarıma.
"-Hoş geldiniz, geçin şöyle."
Rino:
"-Ben gitmek zorundayım Michael, sen ilgilen. Onaylı." dedi ve bana göz kırparak odadan çıktı. Doktor bana yardım ederek yerleşmemi sağladı.
"-Kolların ve bacaklarında sorunlar var gibi."
"-Evet, ben yaptım."
"-Neden böyle bir şey yaptın kendine?"
"-Açıklaması imkansız. Benliğimi elimden aldılar."
Çıkıklarım ve çatlaklarımla ilgilenmeye koyuldu. Başını kaldırdığında uzanmam gerektiğini söyledi ve beni sedyenin yanındaki yatağa yerleştirdi. Koruma serum taktı ve "Uyumaya çalış." dedi hafifçe.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Başımı istemsizce salladım ve bakışlarımı cama çevirdim. Şaşkın şaşkın gördüklerimi anlamaya çalıştım. Resmen bir yeşillik cennetine bakıyordum. Acaba benim Samantha'mda bu yeşillik cennetinde miydi?
Yeşillikten ayırdım bakışlarımı. Cennet benim neyimeydiki? Canından çok sevdiği bir canı korumayı göze alıpta başaramayan bir aptallığı şahsen yaşamıştım. Neydim ben? İhanet eden bir aptal ya da salağın biri mi? Yok hayır, ben bir hiçtim aslında. Öyle bir hiçtim ki alevlerden küller bile oluşturamazdım. Asla ve asla yaşayamazlıklarla sınırlandırılamazdım.
Yaşayacaktım! Öyle bir yaşayacaktım ki, intikam diye bağıracaktım! Bağırdığım sırada kıyamet kükreyecekti arkamdan. Dost olacaktık onunla. Öyle bir dost olacaktık ki, her can ayakta alkışlayacaktı beni. Hakim olacaktım evrene, Montaküs dünyasına. Ne büyük bir laneti bozduğuma kimse inanamayacaktı.
Kapıyordum gözlerimi. Hayal kurmayı özlemiştim. Acı çekmeden önceki yaşadıklarımı özlemiştim. Kim olduğumu ve nasıl doğdumu özlemiştim. Nasıl mı doğmuştum? Kaderimi bilerek. Nasıl mı yaşamıştım? Mücadele edeceğimi bile bile yaşamıştım. Ve nasıl mı ölmüştüm? Hissede hissede. Ellerimden kayanlara durun diyemeden.
Şimdi bir başıma, çaresiz kalmıştım. Yardıma ihtiyacım olabilirdi. Nasıl bir yardım olabilirdi bu? Koskocaman bir ordu? Ya da büsbüyük bir yaratık topluluğu? Mantıklı olmalıydım. Kaybedeceklerimi de göze alarak ilerlemeliydim. Düşün dedim zihnime, düşün lanet olası! Susma, durma! Çalış! Sadece çalış! Sil geride kalanları.Sadece geride kalan tek şeye, canından bir parçaya odaklan! Ve yeniden yücelt onu, tekrardan!
Başım düşünmekten zonkluyordu. Ne mi düşünüyordum? Dirilişin hapsolduğu yerden çıkışını. İşte onu ben çıkaracaktım. Bir insan olarak değil, montaküs olarak.
Zihnime yerleşen ve bir anda kondurulan bu imge çıkış kapımdı. Ve tek gerçek gözlerimi kapatmamla doğmuştu. Bu doğuşla 2 kişi gerçek gözlerini açacaktı dünyaya.
Uyuyordum galiba. Ya da sadece hayal görüyordum. Hayaller çoğu zaman iyidir. "Yaşasın, işte oldu!" diyebileceğin tek yerdir aslında hayaller, şanslar ve mutluluklar dünyası.
Susmakta bir hayal aslında. Susarsın ve hayal kurarsın. Konuştuğun sürece nasıl hayal kurabilirsin ki? Ve neden hayaller hep gözünün önünde gerçekleşir durur?
Ben hep konuşma hakkımı kullanırdım. Bunu hep böyle bilerek yaşadım. Yaşamak güç verdi bana. Mücadele edeceğimi bilerek doğdum, yaşamı avuçlamayı hissederek varoldum. Çok güldüm, çok ağladım. Ama sadece, bir kez AŞIK oldum.
Hayatta herkesin sadece bir kezi var. Ve benim bir kezim Samantha'mdı. Ve bundan sonra asla bir kezim başkası olamazdı. Hepimiz hayata belirli görevler ve çerçeveler içinde gelirdik. Doğdumuz ilk anda o çerçevedeki resim sadece bizken, yaşamak kavramını çözdüğümüz zaman ikinci bir çerçeveye ihtiyaç duyduğunu anlarsın. Sınırları olmayan ve açık bir çerçeve. Peki kırık kenarlara sahipse? İşte o zaman belirli çatlaklar olabilmesi olasıdır. Kayıp giden yıldızları çok olur.
Nefesim, ömrümün simgesi olmuşken, benim çerçevemin içinden bir yıldız kayıp gitmişti. Yeni yıldızlara lüzum yoktu, ama gökyüzüm kaybolmuştu. Ve gökyüzü olmadığı sürece yıldızlar nerede barınırdı?
Bende kayan bir yıldız değil, ama uçmaya ve havalanmaya münasip bir yıldızdım. Sönüktüm en ücra köşelerde. Ama öyle gerçek bir yıldız vardı ki, ömrünün sonuna gelmiş olsa bile ışığı her daim vardı. Ona kim mi yardım ederdi? Göğün dedesi, göğün aydınlatıcısı. Işınlarını salarlardı üzerine. Ona destek olurlardı. Peki ya sönen yıldıza kim yardım ederdi? Onlar suçlulara yardım etmez, gerçeklere yardım ederdi. Ve ben gerçek değil, koca bir yalandım.
Hiçsizlik benim gerçeğim olmaya yüz tutmuşken, bağırmak ve ağlamak çözüm yolum olmuştu. Yollarım çoktu, ama malesef ki çıkış yolum yoktu. Ben kendi yolumu çizmek için yaşıyordum. Yaşam sunduğu her şeyi benden alamazdı. En büyük kozunu kullanarak, benim en yüce yaşam kaynağımı içine hapsetmişti. Yüreksiz! Unutmamalıydı ki benim yüreğim vardı. Atıyordu, çarpıyordu ve yeri geldiğinde duracaktı. Ama onu ben istediğim zaman durduracaktım.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Akrebim ve yelkovanım sadece bana aitti. Peki ya akrep ve yelkovanın görevleri değişirse? Peki ya ben onları yüreğimle parçalarsam? Bu durumda zamanda öz parçalarından yoksun kalmış olurdu. Tıpkı benim gibi...
Gözlerimi açmayı ve bir daha kapamamayı diledim. Çünkü bilmem kaç saattir boş boş yatıyordum. Yorgun olabilirdim ama zihnimin oyunlarına kanmamalıydım. Dimdik ayakta durmak dedikleriydi bu. Oyunlardaki engellere takıldığın an çok güzel kaybedersin. Yemezler dostum!
Yattığım yerden yavaşça doğrulmaya çalıştım ve ne kadar zamanın geçtiğini tahmin etmeye koyuldum. Oda da saat aramaya başladım. Ve yatağın tam tepesine döndüğümde o kudretli aleti gördüm. Gözlerim fal taşından da öte açılmış şekilde odaklandım. Tamı tamına 2 gündür uyuyordum. Yuh! 2 gün ne demekti ha? Ama öyle dinç hissediyordum ki kendimi, zararı yok diye de düşünmeden edemiyordum.
Başımı silkeledim, elimi yataktan destek almak istercesine sabitledim. Omzumu gerdim, hafif çıtlama seslerine de şahit oldum bu sırada. Gevşemeye çalıştım. Üzüntüleri, takıntılarımı hafifçe silkeledim geriye doğru. Çünkü düşünürsem çıkış kapısına ulaşırdım. Ve düşünmüştüm de aslında!
Kendi kendime iç sesimle mırıldanmaya başladım. Nefes kapılarımda herhangi bir oynama yoktu.
"-Morgan Mystery. Yaşadıkların ve yaşamakta olacakların senin için çok önemli. Ne yapman gerektiğini ve nerede durmanın senin için bir avantaj olacağını bilmelisin. Bilmediğin taktirde ölürsün! Öldüğün zaman da bir hiçti diye anılırsın. Ne için savaş verdiğini ve bunun uğrunda can verdiğini kimse anlamaz. Çünkü o çığlık atan iç sesini sadece ve sadece sen duyuyorsun. Kimsin sen? Mystery soyundan gelen ve yakın zamanda bir Montaküs olacak bir efendi.
Evet, bir efendisin. Çünkü efendiler her şeyi ele geçirir ve sen her şeyi ama her şeyi ele geçireceksin.
Geçireceksin, zorundasın! Bunu yapmadığın taktirde o çakmak gözlerini ebedi istirahate kavuşturursun ruhun ile birlikte. Ve sen ruhunu hedef kitlesi haline getirirsin.
Sen arkanı döndüğünde, herkes önünü döner. Arkandan vurmaya çalışır seni. Ama hiç dikkat etmezler, onlarında sırtları, başkalarına dönük.
Ne yapmalısın biliyor musun? Destek kitlesi kazanmalısın. Bunu yapmak zorundasın ve yolunda ilerlemeye ant içmelisin. Sana destek olanlara da ant içtirmelisin. Bunu yapmalısın ki hedefine bir adım yaklaşabilesin. O ahmak efendiye, kul kölelik yapacak değilsin! Sen efendi olmalı, emirler vermeli ve canına can katmalısın. İki beden ve ruh taşıyordun sen. O efendi sıfatını taşıyan yüreksiz bir canını aldı kopardı senden. Asıl efendilik nasılmış göstermelisin ona! Kavgaysa kavga, kansa kan dökülmeli. Sözlerle ve boş kararlarla kalmamalı hiçbir şey. Verdiğin sözün ve gerçekleştirmeye ant içtiğin her şeyin arkasında ve önünde dimdik durmalı, etten duvar örmelisin.
Sana kim mi destek olmalı. Fikrine saygı duyanlar. Onlar neredeler mi? İşte bunun için biraz zamana ihtiyacın var.
Tek yapman gereken hedefine inanman. İnanırsan, her şey gerçekleşir. Gerçekleşeceğine inanırsan, yolun karanlığına ışık tutarsın. Tuttuğun mumsa erir, fenerse pili biter. Ama yüreğinin ışığı ebedidir. Onu tutarak adımlarını görmelisin. Gördüğün her adım zaferine atacağın imzalar olmalı. İmzalarınsa, düşmanlarına bıraktığın en büyük iz!"
-*-
"-Morgan, Morgan!" diyen ses kendime gelmemi ve düşüncelerimden sıyrılmama neden oldu?
"-Ne düşünüyordun böyle neredeyse dilini parçalayacak kadar?"
Ağzımdaki metalik ekşi tadı hissettiğimde yüzümü buruşturdum.
"-Şey, bir anda oldu Michael, istemeyerek yani."
"-Pek öyle gözükmüyor ama her neyse. Geçici bir şey. Uyanmışsın bakıyorum. Nasıl hissediyorsun kendini?" dedi gülümseyen bir edayla.
"-Gayet dinç!" dedim gururla ve güvenle.
"-İşte bu çok güzel." dedi başını imalı imalı sallayarak.
Bir süre sessizlik oldu. Bu süre öyle bir süreydi ki, sakın düşüncelere dalma dedim içimden. Ele vereceksin kendini.
"-Biraz daha dinlenmeye ihtiyacım var diyorsan kal, ama yok diyorsan Rino'yu çağırmam gerekecek."
"-Gayet iyiyim. Kimi çağırman gerekiyorsa çağır." dedim emin bir şekilde.
"-Pekala.." diyerek kapıdan çıktı. Bir süre daha yalnız kalmıştım. Sakın ha düşünme. Hele de birazdan Rino buraya adım atacakken.
Biraz ayağa kalkıp dolanmayı tercih ettim. Hafif sızılarım vardı elbette ama idare edilebilecek düzeydeydi. Kaldırabilirdim. Onca yükün arasında hafiften de aşağı seviyedeydi. Tam üstüme çeki düzen verirken kapının açıldığını farkettim ve başımı kaldırdım.
"-İşte bu çok güzel. Tam bir Montaküs evresine gelmişsin. Hazırsan dönüşüme.." dedi duraksayarak.
"-Ne olacaksa olsun artık, umurumda değil demiştim."
Rino kaşlarını kaldırıp, gözlerini de büyülterek cümlesini tamamladı.
"-Başlayabiliriz."
"-Evet, hazırım." dedim.
Kocaman bir kahkaha çınladı odada.
"-Bunu burada yapacağımı mı zannettin, ya da benim yapacağım kanısına nereden vardın?"
Tıslayarak ve birazda hırlayarak cevap verdim.
"-Ya nerede ve kim tarafından o zaman?" dedim ellerimi bilmiyorum şekline getirip, etrafımda dönerek.
"-Özel bir oda. Tek ortak yan, orası da bir oda." Yeniden dediklerine kendi güldü ve neredeyse kıpkırmızılıktan mosmorluğa adım atacaktı.
"-Hey! Kendine gel. Ne var bu kadar gülecek?"
"-Acemi tavırların." dedi göz kırparak.
Sonra fazla uzatmak istemiyormuşçasına ellerini birbirine vurdu.
"-Haydi, benimle gel. Bu sefer yürüyebiliyorsun değil mi dostum? Seni buraya taşıyana kadar canım çıkmıştı, haberin var mı?"
Bu sefer gülen ben oldum.
"-Keser misin lütfen, birazdan ne halt yiyeceğinizden habersiz olduğum bir yere adım atacağım. Hem acılar içindeyken bu gülme nöbetlerin çok gıcık."
"-Saçmalama! Şuan huzur enjekte ediyorum sana. Hala acı hissediyor musun?" dedi büyük bir şüphe ile bakarak.
Bunun vermiş olduğu rahatlıkla;
"-Ahh, ölüyorum." dedim ölüyormuş gibi yaparak.
"-Sinirlendirme beni, yoksa acılarınla başbaşa kalırsın." dedi tehtitkar bir ifade ile.
"-Tamam, susuyorum." dedim ve kilit işareti yaptım. Göz kırparak güldü. Şapşallaşıyordu.
Uzun koridorları büyük bir sabırla yürüdüm. Her yer taşlarla örülmüş ve adım başı meşalelerle donatılmıştı. Gündüz gündüz ne meşalesiydi bu böyle?
"-Ah Rino, yürüyemiyorum." diye inledim dalgasına.
"-Yemezler öküz herif. Herifliğin gibi öküz kadarsın! Taşıyamam seni. Hem bak sinirlendirme beni, acılarınla neler yapacağını sen düşünürsün."
"-Hain! Düşman belle anca beni. Bırak acılarım bana kalsın o zaman."
"-Bizimde bir yüreğimiz var, Montaküs olunca anlayacaksın."
İçimden yine geçirdim.
"-Montaküs olmanın canı cehenneme!"
Bu ne bitmez tükenmez bir yoldu böyle? Neden her yer aynı dizaynda tutulmuş ve beni boğmaya hazır gibiydi?
"-Daha yürüyecek miyiz?" dedim dalga geçercesine.
"-Geldik, geldik." dedi koca demir kapıyı göstererek.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Motiflerle dizayn edikmiş bir kapıydı bu. Ortada kocaman bir kadeh ve kırılmışlıklarla bezenmiş. Ve bir kadın eli. Çok etkileyiciydi, kabul ediyorum.
"-Bekle." dedi beni geriye doğru iterek. İki elini yanlarına açtı ve anlamadığım bir şeyler söyledi. Çokta umurumda değildi açıkçası. Bir anda elini kapıya değdirdi ve kapının iki yanı açıldı.
Kocaman, neredeyse eşya kıtlığı mevcut bir alana girdik. Kapıyı görünce, içerisinin de aynı şekilde göz alıcı olacağını düşünmüştüm ama evet, yanılmıştım.
Tam karşımda kapıdaki motiften vardı. Kocaman bir kadeh ama bu üç boyutlu şekildeydi. Dokunsam içine girebilecekmişim gibi bir izlenim veriyordu. Çok çok ilginçti. Duvarların geri kalan kısmında değişik şekiller vardı ama incelemek istemiyordum. Çokta umurumdaydı sanki!
"-Burda mı dönüşüme uğrayacağım?"
"-Beğenemedin mi efendi hazretleri?"
İçimden "Gün gelecek bu şeyi bana saygıyla söyleyeceksiniz" diye tekrarladım. Bu olacaktı, inanıyordum.
Bir anda hafif bir öksürme sesi geldi. Aynı anda ikimizde döndük ve Rino ellerini saygıyla önünde topladı.
"-Sende yapsana şapşal!" diye mırıldandı.
"-Komik olma, o sizin efendiniz, benim değil!" diye karşılık verdim.
Dimdik durdum, dimdik! Ona boyun eğemez ya da saygı gösteremezdim, o bunu haketmiyordu, asla!
"-Merhaba Morgan Mystery." dedi şaşılacak derece de samimi bir şekilde.
"-Ne değişti de böyle samimi bir şekilde konuşuyorsunuz?" diye sordum edebimi korumak istercesine.
"-Beni iyi dinle Mystery." dedi gözlerinde görmek istediğim öfke ile.
"-İyi niyetimi süistimal etme. Kendimi sana bu şekilde adapte ediyorum, neden mi? Bizimde bir yüreğimiz var. Sandığın kadar acımasız mahluklar değiliz. Evet, her şeyini elinden birer birer aldım ve yok ettim!" dedi bu kısmı vurgulayarak.
"-Daha ne kaldı ha, ne kaldı! Daha neyimi alacaksın? Benim bile benliğimi eser alacak durumdayken bu yapmacık samimiyetin niye! Gerçek ol bozma efendi, gerçek!"
Yüzünü ekşitti yamuk surat! Şuan acı çekmek istiyordum, bir yandan da bunu savunmuyordum. Rino'ya döndüm ve gözlerimle iletişime geçtim.
"-Çekme huzur enjektini ne olur. Onun yanında boyun eğdirme bana, ne olur!"
Gözlerini kapattı ve bu onaylama şeklindeydi galiba. Daha bir huzurla döndüm efendi sıfatlı pisliğe!
"-Gerçek olmak bir zorunluluk değil, istersen sende gerçek olmayabilirsin Morgan!" dedi sesini yükselterek.
"-Kes be kes! Ne yapacaksan yap, bitir şu işi!"
"-Şuna bak sen, doğru konuş yoksa.."
"-Yoksa ne! Başka alacağın bir şey kalmadı ki ibne herif!"
Bir anda üzerime doğru yürüdü ve:
"-İbne senin soyundur!" dedi elini boğazıma kilitleyerek.
Kapadım gözlerimi, uyumak istedim ve bir daha asla uyunmamak.
Rino aynı anda efendimizin elini tuttu ve:
"-Yapmayın efendim, acısından ne yaptığını bilmiyor o."
"-Ne yapmasını gerektiğini öğret ona Rino, öğret!" dedi son öğreti vurgulayarak.
"-Nasıl isterseniz efendim." dedi saygıyla eğilerek. Elini boğazımdan çeken efendi sıfatlı pislik bir anda yere yapışmama sebep oldu.
"-Kadehi getir Rino! Derhal." dedi ses voltajını düşürerek.
Boğazım gıcırdayışlarıyla yanıyordu. Yerde durdum, kıpırdamak gelmedi içimden.
Rino kocaman bir tepsiye benzer şeyin içinde kocaman bir kadeh getirdi. Ve bu kadeh parçalara ayrılmıştı. Efendi elini kadehe uzattı ve üzerinde parmaklarını gezdirdi. Sonra ondan beklenmeyecek bir incelikle küçük bir parça kopardı kadehten.
"-Gel buraya!" dedi bana samimiyet pozlarıyla.
Duymamazlıktan geldim. Ama o sırada yanımda Rino belirdi.
"-Kalk, lütfen." dedi sessizce.
Çaresiz kalktım ve efendinin önünde diz çöktüm.
"-Özür dile benden önce!" dedi sessizce.
"-Bunu benden isteme, lütfen!"
Başını umarsızca salladı ve:
"-Pekala!" dedi. "Arkanı dön!" diye de ekledi.
Umarsızca döndüm ve bir şey enseme yumuşakça battı. Ne de kibardı.(!)
Gözlerim kapandı. Bu rüyadan uyanmamaya sonsuz bir yemin içmiştim! Diriliş başlamıştı!
Diriliş Başlangıcı
''Sonu belli olmayan bir romanın kahramanı gibiydim. Giriş cümlesi etkileyici, sonuç bölümü şaşırtıcı... Yeniden dirilmenin getirdiği avantajların farkında olamadım, gerçeği bilene kadar. Onu tanımaya çalışmak aynı kitabı bir kaç kez baştan okumak gibiydi. Tanıdığım birini yeniden tanımak bana problemlerin sonunda ki soru işaretlerini çözmeyi andırıyordu. Bildiğine çok emin olduğun bir sorunun cevabını yanlış bulmak gibiydi. Bunların hepsi sadece önsözdü, asıl gerçek olan insanın her şeyden habersiz hayatına devam etme fırsatı yakalamışken ölüm gününü bilmesiydi. Kendi ölümümü takvim yapraklarını teker teker yırtarak bekliyordum. Bu yüzden zamanımı olabildiğince mutlu olmaya ve olabildiğince sevdiğim adamla vakit geçirmek için harcıyordum. Onun gözlerine kaybetmek istemediğim iki değerli mücevher gibi sahip çıkıyordum. Ellerini, ellerimde her hissedişim içimdeki yangını daha fazla alevlendiriyordu. Nefes aldığım her an için şükretmeyi öğrendim kendi kendime... Bu benim de bilmediğim bir başlangıç, hiçbirimizin sonunu tahmin edemeyeceği bir başlangıçtı.''
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Beynimde zonklayan çalar saatin rahatsız edici sesini işitmemle uyanmam bir oldu. Yatağımın tam yanında duran komidinin üzerinde ki çalar saati kapıya fırlattım uykulu gözlerimi ovuşturarak. ''Müsaitim baba.'' diye seslendim kapıya bakarak. Saatin fırlatılma sesine telaşlanmış olmalı diye düşündüm.
''Gitme vakti değil mi?''dedi kapının girişinde ki koltuğa yaslanarak. Yüzünde alay dolu bir sırıtma vardı.
''Sanırım...Senelerdir bunu öğrenememen çok garip baba ,annem hiçbir zaman sana gelme ve gitme saatlerimi arttırıp veya azaltmadı.'' Gülümsememe engel olamadım.Yaslandığı koltuktan ilerleyerek yatağın kenarına oturdu.Onu tanımanın verdiği avantajla ruh halini çözebiliyordum.Ellerini birbirlerine geçirmiş,kasları gergindi.
''Bazen benim yanıma taşınmayı düşündüğün oldu mu?''dedi sesindeki üzüntünün ve hayal kırıklığının tınısına engel olamayarak.
''Bunu daha önce de konuşmuştuk ve ben annemle yaşamak istediğimi defalarca söylemiştim. Bunu bir daha sorman hiçbir şeyi değiştirmeyecek.'' Derince bir iç çekişten sonra.''Artık tamıtamına 19 yaşındayım.İkinizin arasında seçim yapmak yerine ikinizle olmayı tercih ediyorum.''
''Güzel kızım büyüyor anlaşılan.''dedi yerinden kalkarken.Babamla uzun senelerdir sadece haftasonu görüşebiliyordum.Annem ile babam ayrıldığı zaman dokuz yaşındaydım.O zamanlar bu bana eğlenceli geliyordu,annem bana her zaman benim iki evim olduğunu haftalık harçlıklarımı iki kişiden birden alabileceğimi,bana alınan hediyelerin bir kaç katı olacağını söyleyip dururdu.Bunlar hiç bir anlam ifade etmiyordu şimdi benim için.
''Bunu daha önceden anlaman gerekirdi.''dedim komidinin üzerinden telefonumu alarak.Annemden gelen iki tane cevapsız arama vardı.Annem ile 32.Caddede ki her zaman gittiğimiz cafede buluşacaktık.Saate baktığımda geç kaldığımı gördüm.
''Annem çıldırmış olmalı,hazırlanmak için fazla zamanım yok baba.''dedim yorganı üzerimden yere atarken.Yerde duran sırt çantamdan bej rengi kot pantolonumu,üzerinde ''It's My World.''yazan beyaj t-shirtımı yatağın üzerine fırlattım.''Giyinmem için dışarı çıkman gerek baba.''dedim sağ elimi belime koyarak.Gülerek kapıyı arkasından kapattı eminim aşağıda çok güzel bir kahvaltı beni bekliyordu fakat bunun için zamanım yoktu.Yatağın üzerinde duran ütüsüz kıyafetlerimi dakikalar içerisinde odanın içerisinde bir yandan yerde duran eşyalarımı çantama rasgele atarak giyindim.Ağır sırt çantamı sol omzuma attım ve çalışma masamın üzerinde duran kaşkolumu boynuma doladım.
Merdivenleri koşarak indim son iki merdiveni birden atladım.''Baba çıkmak zorundayım annem beni bekliyor!''dedim mufak kapısına seslenerek.Kapının yanında bana doğru dönük olan kar botlarımı yarı büklüm ayağıma geçirdim.
''Annene selamlarımı iletmeni istesem oldukça garip mi olur?''dedi omzunu mutfağın tahta kapısına yaslarken.
Dudağımı ısırdım.''Tabi selamını iletirim...''Omuz silktim.''Tabi annemin bundan pek memnun olacağını sanmıyorum.''Kapıyı açtım ve ayağımın altında gıcırdayan eski tahtaların üzerinde parmak uçlarıma kalktım,babamın yanağına ufak çaplı bir öpücük kondurdum.''Gelecek cuma tam sekiz de görüşmek üzere.Kapının girişinde ki merdivenleri koşarak indim.Şiddetlenen fırtına tüylerimi ürpertiyordu.Üzerime giyinmiş olduğum kalın montun önünü ilikledim.
''Seni bırakmamı ister misin!''dedi babam sesi boşlukta yankılanırken.
''Hayır,teşekkür ederim baba idare edebilirim!''diye seslendim kaldırımda hızlı adımlarla ilerlerken.Kalın paltomun kapişonunu uzun,kızıl renkli ipeğimsi saçlarıma taktım.''Lanet olsun donuyorum...''diye homurdandım annemle buluşacağım cafenin kapısını serçe iterken.Kapişonumu geriye attığımda saçlarıma düşen kar taneleri su damlaları olarak yere damladı.Gözlerim kalın paltolarıyla oturup sıcacık kahvelerini ve lezzetli yemeklerini yiyen insanları taradı.Annemi fark etmem zor olmadı her zaman oturduğumuz yerde ki masaya geçmiş sıcak kahvesini yudumluyordu.
''Saatlerdir seni bekliyorum ve en küçük bir haber alamıyorum senden neler oluyor?''Kahve fincanını sertçe masaya bırakırken.Omzumda ki çantayı fırlattım ve kollarımı ovuşturarak sandalyeme yığıldım.
''Sabah uyanamamanın verdiği madurluğu yaşıyorum anne,aradığını duymadım.''dedim.Etrafıma baktım ve tezgahın arkasında ki yamuk ağızlı garsona masamıza bakabilmesini işaret ettim.''Babam sana selamını iletmemi istedi.''dedim gülümsememe engel olamayarak.Fincanın kulbunu daha sıkı kavradı ve gözlerini kapıya dikti.''Sakın bana burada olduğunu söyleme!''dedi ses tonuna engel olamayarak.
''Saçmalama anne bunu nereden çıkartıyorsun babam burada değil.İnan bana yıllar sonra bir araya geldiğiniz de yaşanacak katliamı görmek istemiyorum.''dedim.Konuyu kapatmak için köşe bucak kaçtığına emindim bu yüzden bende fazla uzatmadım onu sinirlendirmek yapmak istediğim son şeydi.
''Yeni bir dönem için heyecanlı mısın?''dedi kahvesini yudumlarken.Garsonun gülümseyerek masaya ilerlediğini gördüğümde derin bir iç çektim.''İlk defa yeni bir döneme başlamıyorum anne benim için her zaman ki dönemlerden birtanesi.''dedim garsona sıcak çikolata istediğimi söylerken.
''Büyüdüğüne inanmak istemiyorum çoğu zaman daha bir kaç sene önce hangi üniversiteye girmen gerektiğini tartışırken şimdi üniversite 2. sınıf öğrencisisin ve hayatını tartışıyoruz.''dedi başını iki yana buruk bir gülümseme ile sallarken.
''Zaman bir şekilde geçiyor anne.Yıllar sonra belki de o evde tek başına olacaksın.''dedim garsonun az önce getirdiği sıcak çikolotamı karıştırırken.
''Bu da ne demek şimdi?''dedi incecik kaşlarını yukarı doğru kaldırırken.
''Babam bunca zamana rağmen hala hayatında yaptığı en mantıklı şeyin seninle evlenmek olduğunu söylüyor sen ise oınun yaptığı küçücük bir hata...''Cümlemi tamamlamama izin bile vermemişti.
''Sakın bana onun yaptıklarının küçücük bir hatayla geçiştirebileceğini söyleme!''dedi sesinin tonunu ayarlayamayarak.Parmağını bana doğru doğrulttu ve derin bir nefes verdi.
''Onun yaptığı tek şey benim için daha rahat bir hayat istemek oldu bu yüzden bu tür bir yola başvurdu.''
''Babanın yaptığı tek şey büyükannenin bana bıraktığı tek hatırayı o lanet olasıca sarhoş arkadaşlarıyla kumarda kaybetmek oldu.''dedi bana sesimi kesmemi haykırırcasına.
''O evin büyükannemden kalması dışında hiçbir değeri yoktu hiç kimse o eve değer biçmiyordu bile senin istediğin tek şey hep daha fazla varlıklı olmaktı.Tek derdin sırtlarından kürkleri eksik olmayan arkadaşlarına hava atmaktı!''dedim elimde ki sıcak çikolatayı masaya sıçratırken.
''Bu konunun burada kapanmasını istiyorum.Baban ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamak dahi istemiyorum.''
''Ama anne...''dedim savunmaya geçerek.
''Pardon hesabı alabilir miyiz!''diye seslendi başka bir masanın siparişini alan genç garsonu masamıza çağırırken.Bu onun dilinde her zaman olduğu gibi sesini kes Samantha demek oluyordu.
''Dışarıda bekliyorum.''dedim tok bir ses tonuyla.Yerde duran sırt çantamı omzuma attım ve ağır cafe kapısını iki elimle ittim.32. caddenin karşısında duran sileceklerini kar yığını kaplamış olan .... arabayı fark ettiğimde ışıklara dikkat etmeyerek karşıya geçtim.Kapişonumu kapamama fırsat kalmadan arkadan bir el saçlarımı birbirine karıştırdı.
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
"Bu kadar soğuk bir kış gününde seni burada gördüğüme inanamıyorum!''dedi Amanda.Amanda üniversite birinci sınıftan tanıdığım en yakın arkadaşımdı.Bunca koşuşturma içerisinde arkadaş edinme fırsatım pek olmamıştı fakat onun yanımda oturması tamamen bir rastlantıydı.Onu sen cuma akşamı babamı görmeden önce aramıştım ve o bana bir yoga seansına gitmek istediğini söylemişti.Ben ise kibar bir dille bunun en yakın zamanda olmak yerine daha sonra bir vakitte olabileceğini söylemiştim.
''Bu soruyu benim sana sormam gerek yoga seansına gideceğini sanıyordum.''dedim gülümseyerek.
Saatine baktı.''Sanırım seansa yetişmek için bir on dakikam daha var.''Elim tam olarak arabanın kilidinde duruyordu.''İnanamıyorum yoksa bu arabayı mı çalacaktın!''Bu tepkisine pek şaşırmamak gerek bizim aile bütçemize göre bu araba oldukça fazlaydı annem kredisini hala ödüyordu.
''Kendi arabamı çalma ihtimalim yüzde kaç?''dedim kaşlarımı kaldırdım imali bir şekilde.
''Bu araba senin mi?Bunun bir şaka olduğunu söyle bana!''dedi şaşkınlığını gizleme ihtiyacı duymayarak.Arabanın üzerinde ki kar yığınını eliyle hafifçe sıyırarak uzun bir ıslık çaldı.''Biliyorum,tam şu anda bana bu arabayla bir tur atmayı teklif edeceksin ve ben senin ısrarlarına dayanamayıp evet diyeceğim değil mi?''dedim heyecanına engel olamayarak.
''Sanırım bir tur atmak için bu anahtara ihtiyacınız var değil mi genç bayanlar?''dedi annem arabanın yanına yaklaşırken.
''Bayan Goldberg inanın Samantha'ya bunun çok yanlış bir şey olduğunu anlatmakla meşguldüm ve bu yüzdende benimle yoga seansına gelmesini rica ediyordum.''O kadar iyi oynuyordu ki beni tanımıyan biri onun masum olduğunu sanabilirdi.Yoga fena bir fikir değildi kaslarımın gergin olduğunu vücudumda ağırlıklı olarak hissediyordum gevşemek için iyi bir seçimdi.
''Aslında evet anne biraz değişikliğe ihtiyacım var.Yoga benim için hiçte fena olmaz.''dedim aynı anda Amanda ve anneme bakarken.
''Yogayı daha sonraya erteleyebilirsin Samantha.''Tam da beklediğim gibi Amanda lafın tam ortasına atladı ve beni bileğimden tutarak kaldırıma çekti.
''Bayan Goldberg inanın seanslar o kadar dolu ki ancak bulabildiğim boş seans sadece buydu Samantha ile ufak bir yemek yiyip saat tam onda evde olacağımıza söz veriyorum''dedi.Amanda'ya güven olmazdı annem bunu her ne kadar adı gibi bilsede başını salladı ve bana sakın geç kalma bakışı attıktan sonra kardan gözükmeyen son model arabasına bindi.Amanda koluma hafifçe vurdu ve 32 dişini gösterircesine gülümsedi.
''Sana söylemiştim Bayan Goldberg hiçte fena biri değil.''
''Öyledir...''dedim gözlerimi devirerek.Annem pek arkadaşım olmadığını bildiği için Amanda ile birlikte vakit geçirmeme geç kalmadığım sürece tepki göstermiyordu.Üniversite öğrencisi olan bir genç kıza ne kadar karışabilirdi ki zaten?Amanda ailesi ve bir de yanlarında kalan kuzeni ile yaşıyordu.Kuzeni California'dan buraya bir kaç ay önce gelmişti.Alışıldık kavurucu sıcaktan dondurucu soğuğa geçmek onun için alışılması kolay olmamıştır sanırım.Akşamları geç saate kadar kütüphanede kaldığımız zamanlarda bize göz kulak olması için Bayan Jordan,Amanda'nın kuzenini bize göz kulak olabilmesi için yanımıza gönderirdi.Bu durumdan Amanda kadar şikayetçi değildim,o kadar da kötü biri sayılmazdı.Zorla gülmek zorunda kaldığımız espirileri dışında...
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
''Yoga kıyafelerim yanımda değil sence bu kıyafetlerle yoga salonuna girmem mümkün mü?''Amanda'nın kahkahası kulaklarımda çınladı.Amanda her daim gülen biriydi fakat bu sefer ortada gülünecek hiçbir şey yoktu.Gösterişli el çantasını açtı ve bakmamı işaret etti.
''Her zaman yedekte eşofmanlarım vardır.''Kahve rengini andıran gözünü kırptı ve bana ilerlememi işaret etti.''Uzun zamandır bir diyet programı uyguluyorum,sanırım az da olsa fayda etti değil mi?''Amanda benim gibi oldukça zayıf bir kızdı.Fakat ailesi onun ortaokul zamanından beri her zaman onun spor dallarına ilgi duymasını istemişti.Bu yüzden yediğimiz her yemekte içinde ki yağ ve kalori oranını hesaplamadan rahat rahat yemek yiyemezdi.
''Amanda belli bir diyet programına ihtiyacın olmadığını her ikimizde biliyoruz.''dedim.Yoga salonuna geldiğimizde onun çantasında ki kıyafetlere el koydum ve soyunma odasına ilerledim.Başım her zaman olduğundan daha hızlı dönüyordu.Annem her ne kadar bir doktora gidip kontrol olmam gerektiğini söylesede bu sadece ufak bir baş ağrısıydı.
''Bizden başka kimse yok Amanda bana sakın bunun tek seans olduğunu söyleme.''dedim yanında ki mor renkli mata otururken.
''Sanırım kulaklarım eskisi kadar iyi işitmiyor.Eminim bunu Bayan Goldberg fark etmeyecektir.''dedi sinsice gülerken.Gözlerimi devirdim ve canlandırma hareketlerine başladım.İki elimin avuç ve parmaklarımla başımın üzerine bastırdım,ellerimi gevşeterek yüzümden ve boynumdan geçirdim.
''Tanrı aşkına bu hareketleri nereden öğreniyorsun!Her yogaya geldiğimizde kendimi yanında ezik gibi hissediyorum bu çok kötü bir duygu Samantha.''Parmak uçlarım karnımın üzerindeyken karnıma bastırdım ve kalbime doğru masaj yapmaya başladım.
''Yoga beni seni kadar rahatlatmasa da bazen kendimi kuş gibi hafif hissediyorum.''dedim gözlerimi kapatarak.''Böyle hissetmeyeli uzun zaman oldu...''dedim fısıltıyla.
''Bazen kuş gibi hafif olmak omuzlarında taşıdığın yükün ağırlığını sadece bir anlığına hafifletiyor asla tamamen yok etmiyor.''dedi.Masajı belinin arka tarafına doğru kaburgalarna doğru uyguluyordu.
''Bu yüzden buradayız Amanda.''dedim ve ona göz kırptım.
''Günler sonra ilk defa böyle hissediyorum, gerçekten şu yoga derslerine verdiğimiz tonla para bir işe yarıyor demek ki.''dedi Amanda.Yoga derslerine zaman olduğu sürece her hafta düzenli olarak gelmeye çalışırdık.Amanda'yı çok uzun zamandır tanıyordum onun hakkında her şeyi biliyordum.Duygusal biriydi tıpkı benim gibi,onu tanıdığımdan beri bir kez olsun fast food türü şeyler yediğini görmemiştim bu onu yemek konusunda oldukça sıkıcı biri yapıyordu.
''Bu rahalatıcı yoganın üzerine bence oldukça enerji depolayacağımız lezzetli bir yemek yemeliyiz.''dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden.''Bak şurada bir cafe var hem oldukça güzel görünüyor şimdiden yemeklerin kokusu burnuma geliyor.''dedim ve onun bana yogaya gelmem için yaptığı gibi kolundan tutarak cafeye doğru sürükledim.
''Bana bu zararlı şeyleri yiyeceğimizi söyleme Samantha!''dedi ve onu umursamayarak gözüme bahçe katına açılan tahta kapının oralarda ki bir masayı kestirdim.''Amanda,tam bizim seveceğimiz bir masa,bu gün şanslı günümüzdeyiz!''
Sandalyeyi çektim ve derin bir iç çekerek oturdum.Tuzluğun kenarına sıkıştırılmış menüye göz gezdirmeye başladım.''Ben aslında...''Baş parmağını salladı ve sinirli bir şekilde nefesini dışarı verdi.
''Ben bu zehir dolu yiyecekleri hayatta yemem Samantha.Sen bunların kalorisinin ve yağ oranının kaç olduğunu farkında mısın!''Etrafı taradı gözlerim ve masamıza doğru yönelen garsona gülümsedim.
''Ben bir şinitsel ve bir vişne suyu istiyorum.''Amanda'nın siparişini verebilmesi için gözlerimi menüden kaldırdım ve ona baktım.Amanda sipariş vermek yerine gözlerini dikmiş bana bakıyordu.''Aynısından.''dedim ve gülümsedim.Garson siparişleri küçük not defterine yazdıktan sonra gülümseyerek yanımızdan uzaklaştı.
''Neden diyet salata yemek varken bu kadar yağlı ve zararlı şeyler yiyelim?Emin ol bu dönemde kendine bir beyaz atlı prens bulamayacaksın.''
''Böyle bir çabam yok Amanda bence seninde olmamalı çünkü her ilişkinin sonunda hayal kırıklığı yaşamanı istemiyorum.''Amanda ilişkileri konusunda pek başarılı sayılmazdı.Bu dediğime her ne kadar kırılma ihtimali olsa da onun iyiliğini düşünmek benim için önemliydi.Garson yemeklerimizi getirdiğinde Amanda hiç olmasını beklemediğim kadar hızlı davranmıştı çatalını benim söylediklerime duyduğu hırsla şinitseline batırdı ve bıçakla kesme gereksinimi duymadan ağzına attı.Çatalını bana doğru doğrulttu ve yutkundu.
''Bu beni ilk ve son zehilirlemen olacak Samantha Goldberg.''dedi gülümsemesini bastırarak.
Hesabı öderken alman usülü bölüşmüştük.Annem arabamı bir süreliğine elimden almıştı çok matah bir şey sayılmazdı fakat en son sinirlenip babama gittiğimden beri beni okula kendi bırakıyordu.Cafenin kapısını iterek açtığımda serin hava yüzüme doğru esmeye başladı,paltomun önünü iliklemeden edemedim.
''Hava oldukça soğuk değil mi?''dedi kolunu ovuştururken.''Arabayı yakına park ettiğim için şanslıyız.''dedi üstün bir tavırla.Bir an önce arabaya bindim ve Amanda'nın açtığı arabanın ısıtıcısına ellerimi tuttum.''Sanırım izin saatimizi biraz geçmişiz.''dedi arabayı çalıştırırken.Kolumdaki saate baktığımda 15 dakika geç kaldığımı fark ettim.
''Sorun değil buna alışmak zorunda.''dedim telefonumda ki cevapsız aramalara bakarken.Amanda geç kalmamızı bahane ederek arabayı hiç olmadığı kadar hızlı kullanıyordu.Onun hız tutkunu olduğunu biliyordum ama bu 120 ile gitmemiz anlamına gelmiyordu.''Ne kadar hızlı o kadar erken.''dedi kavşağa saparken.Evin önüne geldiğimizde salonun penceresinden annemin yüzünü görebiliyordum.''Aov!Senin için zor bir gece olacak.''dedi bana bakarak.Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım.
''Yarın okulda görüşürüz.''dedim ve bahçe kapısını araladım çiçeklerin üzerinde ki su damlalarını gördüğümde endişesini gidermek için gecenin bir vaktinde bahçeyi suladığını fark ettim.Elim zilin üzerine dokunduğunda annem çalar saat gibi tam vaktinde kapıyı açmıştı.
''Merhaba.''dedim ve çantamı sıkı sıkı kavrayarak arka odaya yürümeye çalıştım fakat annem usulca yanıma yaklaşarak sağ bacağı ile odama ulaşmamı engelledi.''Saat 10'u çoktan geçti Samantha.''dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.''Biliyorum.''Benim de ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.Ne bahane uyduracağımı daha önceden hiç düşünmemiştim.''19 yaşındayım yakın bir zamanda 20 olacağım ve saat on 17 yaşımda bana uyguladığın bir kuraldı.''dedim.Gözlerinde ki kızgınlık ,kırışıklıklarından belli oluyordu.''Bunu sabah konuşalım,lütfen.Yarın yorucu bir gün olacak.''Elimi kapının kulbuna koyduğumda odadan gelen mis gibi temizlik kokusu bu anın gerginliği dağıtmıştı.
''Baban aradı.''dedi sesindeki tiksintiyi gizleyemeyerek.''
Büyükanneni ziyarete Denver'a gideceğini iletmemi istedi.Ne zaman döneceğini yakın bir zamanda haber verecek.''Babam her hafta sonu beni görmek için sabırsızlıkla beni beklerken görüşemeyeceğimizi mi söylemişti?Bunun benim için inandırıcı bir tarafı yoktu.''Ona ne söyledin?''dedim kapıyı duvara çarparken.Yüzünde rahatsız edici bir gülümseme oluştu.''Hiçbir şey.''dedi saçlarını omzundan geriye atarken.
''Ne söylediğin umurumda değil ama beni bu evde tutman için fazla zamanın yok.''dedim ve kapıyı yüzüne kapadım. Anneme sinirlenmemeyi öğrenmiştim.Onun seçimlerim konusunda gerçekleştireceği her şeye hazırlıklıydım.Sanırım bu yüzden okul da olmayı ek dersleri sabahlara kadar kütüphanede olmayı seviyordum.Ondan ne kadar uzak kalırsam o kadar az iletişime geçiyorduk.Uzun bir ara tatilden sonra çalar saatimi tam sabah sekize kurdum ve gitmeden önce hazırladığım kitaplarımı ve ders programımı kontrol ettim.Boynuma taktığım ince zinciri çıkardım ve kutusuna koydum.Saçlarımda ki yağmur damlalarının yerinde hafif bir ıslaklık vardı.
Tuvalet masamın üzerinde bulduğum toka ile saçımı topladım ve yatağımın üzerinde duran renkli pijamalarımı giyindim.Üzerimdekileri odamın kenarında duran kirli sepetenin içine fırlattım.Sanırım günün yorgunluğu tamamen üzerime çekmişti, başımı yastığa koyduğumda saç diplerimin ıslak olması beni oldukça rahatsız ediyordu.Sanırım bu kadar sorunun arasında bir de hastalık ihtimalim hayatımın tuzu biberi olacaktı.
Saat tam sekizde çalar saatim çaldığında çoktan uyanmıştım.Dolaptan okul için hazırladığım bir takımı seçtim.Havanın soğuk olması tiksindiriciydi.Kış ayları için aldığımız kıyafetlerin yarısı babamın evindeydi burada ise yaz ayları için aldığım kıyafetlerim vardı.Üzerime kalın bir kot pantolon ve olabildiğince uygun bir kazak gibindim.Annemin geçmiş doğum günümde aldığı boy oynamın karşısına geçtiğimde şık ama sade görünüyordum.Akşam hazırladığım kitaplarımı alarak mutfaktan gelen mis gibi kızarmış ekmek kokusunu takip ettim.''Anlaşılan kahvaltıya birini bekliyoruz.''dedim sandalyeye otururken.Çayımı kupa bardağıma koyarken gülümsedi.''Hayır beklemiyoruz,sağlıklı şeyler atıştırmanı istedim sadece.''
''Anne fazla vaktim yok erken gitmek zorundayım ders programını kontrol etmem gerek.''dedim ve çatalımı masada bulunan bir kaç kahvaltılığa batırdım.Çayımdan bir kaç yudum aldım.''Amanda ile kütüphanede kalabiliriz okuldan sonra bir kaç saat,merakta bırakmayacağıma söz veriyorum.''dedim ve kitaplarımı alarak yanağından öptüm.''Dün de böyle söylemiştin küçük hanım.''dedi çayını yudumlarken.Kar botlarımı iki büklüm bir şekilde giyindim.Anahtarımı aldım ve girişteki merdivenlerden hızla inerek 21.sokağın sonundaki taksi durağından taksiye bindim.Okula ayda sadece bir kaç defa taksiyle giderdim annem beni bırakmayı kendine görev edinmişti.Bunu işinden önce her zaman yaptığı bir hobi gibi görüyordu.Okul 27.sokakta bir arazideydi.Bu yüzden yaz aylarında Amanda ile birlikte yürüyerek gidiyor, bu bizim için spor oluyordu.27.sokağın girişinde durduğumuzda paltomun cebinde bulduğum 5$'ı ödedim ve yağmurda daha fazla ıslanmamak için koşarak okula girdim.
''Samantha sonunda gelebildin!''dedi Amanda.Islak bir yavru köpek gibi sirkelendim.Amanda'yı bir süreliğine dikkate almayarak 21.sırada olan dolabıma ilerledim.Paltomun cebinden anahtarını çıkardım ve açtım.''Samantha yağmurun şiddeti yüzünden duyma yetkini mi kaybettin yoksa.''dedi espiri yeteneğini kullanarak.
''Hayır Amanda.''dedim dolabı sert bir şekilde dolabımın kapağını kapatırken.
''Anlaşılan dün gece Bayan Goldberg seni fena halde sıkıştırdı.''dedi kıkırdayarak.
''Pek öyle sayılmaz oldukça kısa ve öz bir konuşma oldu.''dedim sınıfa girerken.Her zaman olduğu gibi cam kenarının yanındaki sıralardan birine oturduk.Amanda'nın çantasında genellikle her şey tam olurdu fakat ne kadar tam olsa da bu onun örnek öğrenci olduğunu göstermiyordu.Amanda her zaman olduğu gibi sınıfta tanıdığı herkese sataşmadan edemiyordu.Bu benim sinirimi bozmaktan çok ikimizde oldukça ilgi çekiyorduk.''Hareketlerine biraz dikkat eder misin Amanda ilk günden uyarı almak istemiyorum.''dedim kaşlarımı çatmış bir şekilde.
''Şuradakini görüyor musun Samantha?''dedi rahatça eliyle göstererek.Eliyle gösterdiği yöne baktığımda kapıdan giren yeni öğrenciyi fark ettim.Rahat kot pantolonuna ellerini sokmuş yanında duran arkadaşının söylediğine kahkaha ile gülüyordu.Yanında duran öğrenciyi tanıyordum fakat tanışma fırsatım olmamıştı.Amanda'nın gözleri ışıl ışıl parlıyordu.''Sakın benim düşündüğüm şeyi yapacağını söyleme Amanda bunu kaldıracak durumda değilim!''dedim onu uyaran gözlerle.Benim söylediklerime kulak asmayacak kadar kararlıydı.Yanımızdan geçmemelerini diledim içimden binlerce kez Amanda her zaman yaptığı gibi kendine güvenen genç kız rolüne girecekti ve bu oldukça yapmacıktı.Sıraların araları oldukça genişti bunun benim için avantaj sağlayacağına emindim...neredeyse.
''Merhaba ben Amanda Jordan.''dedi elini uzatırken.Şanslıydım en azından az önce işaret ettiği ismini bilmediğimiz çocuk ilgisini çekmemişti sanırım bir buçuk senedir dönüp bakmadığı birini keşfetmişti.
''Merhaba Amanda,bende Alex Fabien.''dedi Amanda'nın bu yüksek arkadaş olma istediğine duyduğu şaşkınlığını gizleyemeyerek.Alex ile yeterinde tanışıyorduk.Laboratuar konusunda bana oldukça yardımcı olmuştu her ne kadar fazla konuşmuşluğumuz olmasada o iyi biriydi,şimdilik.Defterimi açtım ve ilk dönemde ki son dersimizde yazdığımız notları karıştırmaya başladım.
''Çok kabayım sizi tanıştırmayı unuttum.''dedi Amanda bunu gerçekten bilerek değil de unutkanlığına verdiğini idda ediyordu.
''Biz geçen dönem laboratuardan yeterince tanışıyoruz değil mi Samantha?''dedi Alex gülümserken.Başımı karıştırdığım kalabalık ders notlarımdan kaldırırken onun o şapşal gülümsemesini hep samimi bulduğumu hatırladım.Benim için oldukça dost canlısıydı bu yüzden onunla tanışmaktan pek çekinmemiştim.
''Evet Alex,yardımlarını asla unutamam.''dedim üstü kapalı teşekkür ederken.
''Ama biz tanışmadık.''dedi.Bir buçuk sene boyunca hiç raslamadığımız arkadaşı.Amanda şaşkın bir şekilde gözlerini bana dikti.Bu daha çok onunla hemen tanış bakışıydı.Amanda'nın dediğini yapmayabilirdim ama bunu yapmak beni onların gözünde ukala bir hale getirirdi.
''Samantha Goldberg.''dedim uzattığı eli sıkarak.
''Morgan Mystery...''
AMANDA
[Resimleri sadece adminler görebilir.]
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Oldukça uzun bir bölümdü.
Ellerinize sağlık kızlar bayıldım :)
Ellerinize sağlık kızlar bayıldım :)
RobSten- Yenidoğan
- Mesaj Sayısı : 262
Puan : 264
Kayıt tarihi : 04/01/11
Yaş : 31
Nerden : izmir
Geri: Mystery Efsanesi:Kutsal Kadeh/Bölüm 2 Part 3!/13.09.2011
Çok teşekkür ederiz Bircan ablacım. :) Beğenmene çok sevindik. Zamanını ayırdığın için çok sağol. Okuyan gözlerine sağlık.
Bella_Ceren- KurtAdam
- Mesaj Sayısı : 7995
Puan : 18017
Kayıt tarihi : 26/12/10
Nerden : Ankara
3 sayfadaki 3 sayfası • 1, 2, 3
Similar topics
» Kutsal Meclis - Ted Dekker
» Comic-Con 2011 Breaking Dawn Part-1 Paneli
» Vampir Efsanesi
» Alacakaranlık Efsanesi'nin Sonu Değişti!
» Part 1'in Son Sahnesinden Edward, Part 2'nin Başlangıcından Bella
» Comic-Con 2011 Breaking Dawn Part-1 Paneli
» Vampir Efsanesi
» Alacakaranlık Efsanesi'nin Sonu Değişti!
» Part 1'in Son Sahnesinden Edward, Part 2'nin Başlangıcından Bella
3 sayfadaki 3 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz